Depresyon, geçtiğimiz çeyrek yüzyılın en yaygın hastalıklarından biri haline geldi. Her yıl depresyon nedeniyle milyarlarca dolarlık bir iş gücü kaybı olduğundan söz ediliyor. Yalnızca iş gücü kaybı değil, aynı zamanda hayat kalitesini ve genel iyi oluş halini de olumsuz etkileyen depresyon kavramına ciddiyetle yaklaşmamız gerekiyor.
İnsan, yerleşik düzende yaşamadığı; avcı ve toplayıcı olduğu eski çağlarda günlük yaşamını sürdürmek için bugünkünden fazla miktarda kaloriye ihtiyaç duyuyordu. Etraftaki meyveleri toplamak veya hayvan avlamak için çok zaman ayırmak ve hızlı hareket etmek gerekiyordu. Tarım toplumuna ve dolayısıyla yerleşik hayata geçtiğimiz günlerden bu yana ambarlarımızda biriken tahıllar bu enerji ihtiyacını aşağıya çekmişti. Artık doğadaki diğer hayvanlar gibi günü kurtarmak adına ne bulursak yemek zorunda kalmayacaktık. Ancak yine de tarım faaliyetleri için belli bir kalori harcaması yapmamız gerekiyordu. Modern teknolojinin gelişmesi, Endüstriyel Devrim, köyden kente göç derken bu kalori yakma ihtiyacı da ortadan kalkmıştı.
Üniversiteler kuruldu, okullardan mezun olduk ve şirketlerde çalışmaya başladık. Bu şirketlerde mesai sistemi devredeydi. Artık sabahtan akşama kadar ofiste durmamız gereken saatler kısıtlıydı. İşe gidip gelirken de araç kullanıyor veya toplu taşıma araçlarına başvuruyorduk. Bütün bu hayatımızı kolaylaştırıcı etkenler günlük kalori ihtiyacımızı giderek azaltmıştı. 19. Yy başlarında Amerika’da günlük kalori ihtiyacı ortalama 4.500 kalori iken obezite oranı düşüktü. Fakat 21. Yy koşullarında günlük kalori ihtiyacı 2.250 civarı iken ve bu kalori ihtiyacının yaklaşık 1/3’ünü gün içinde yaptığımız atıştırmalarla karşılayabiliyorken nüfusta görülen obezite oranı %40’lara kadar varmaktadır. Çünkü gündelik hayatta hareket etmemizi ve yoğun kalori yakmamızı gerektiren koşullar neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. İşte tam da bu noktada artık boş vakitlerimizde egzersiz yapmak ve buna vakit ayırmak bir ihtiyaç halini aldı. Ancak egzersiz yapmamızın sebebi yalnızca kalori yakmak değil elbette. Yapılan araştırmalar, düzenli egzersiz yapmanın beyindeki serotonin, dopamin ve endorfin seviyesini maksimum seviyeye çıkardığı yönünde bulgular veriyor. Stanford Üniversitesinde W. Stewart Agras tarafından yapılan bir çalışmada, depresyon teşhisi alan bireyler iki gruba ayrılıyor. Bir grup terapi hizmetinden faydalanırken diğer grup günde 30 dakika koşuyor ve bu bireylerin terapi gören bireylerle aynı düzeyde iyileşme gösterdiği saptanıyor. Tüm bunlar düzenli yapılan fiziksel egzersizlerin, düşük ve orta düzeydeki depresyonda verilen kısmi dozajlı antidepresan kullanımı ve terapi görmek kadar etkili olduğu yönündeki araştırmaları bir kez daha haklı çıkarıyor.
Elbette depresyonu meydana getiren bir sürü farklı sebep bulunmaktadır. Bunların başındaysa bedensel, duygusal, zihinsel, sosyal ve ekonomik sebepler yer alıyor. Örneğin kişinin bedensel olarak sağlıklı bir durumda olması genel iyi oluş halini etkileyen faktörlerin başında geliyor. Bu durumu kolaylaştıran unsurların başında ise dengeli beslenme yatıyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, beslenmesinde vitamin, mineral, protein, karbonhidrat, yağ gibi dengeleri güçlü tutan bireylerin bağışıklık sistemleri daha güçlü oluyor; böylece hastalıklara daha az yakalanıyorlar.
Bir başka etken olan duygusal faktörleri ele alalım. Eğer kişinin aile ve sosyal çevresinde anlamlı ve derin ilişkileri varsa, sevilme ve aidiyet duygusunu hissedebiliyorsa yine bu durum kişinin duygusal anlamda iyi oluş halini kolaylaştırabiliyor. Zihinsel iyi oluş da aslında duygusal iyi oluşla paralel ilerliyor. Eğer kişi, içinde bulunduğu olaylara ve ilişkilere dair gerçekliği iyi değerlendirebiliyorsa, aşırı duygusal kararlardan uzak sağduyulu çıkarımlarda bulunabiliyorsa, bu durum kendisinin zihinsel yapısının daha sağlam olmasını kolaylaştırabiliyor. Olaylara ve durumlara bakışı çok daha dengeli ve yapıcı olabiliyor. Kişi örneğin ya hep ya hiç tarzı düşüncelerden, aşırı genellemelerden, karşısındakinin zihnini okuma çabalarından, abartmalardan, sorunları kişiselleştirmelerden, kendisine koyduğu -meli/-malı türü şartlanmalardan kurtulup yerine daha sağduyulu bakış açıları kazandıkça ilişkilerini daha kolay derinleştirebilen, hayattan keyif alan birine dönüşebiliyor.
Sosyal etkenler de depresyonun önleyicisi olabilecek iyi oluşu etkileyebilecek kavramların başında geliyor. Eğer kişi sosyal çevresinde kabul gören, beğenilen biriyse ve kendini içinde bulunduğu topluluklara ait hissediyorsa o zaman hayatta bir şeylerle baş etmesi çok daha kolay olabiliyor. Elbette bireyin ekonomik refahının yüksek olması da iyi oluşu etkileyen faktörlerin başında geliyor. Yukarıda saydığım faktörlere baktığımızda aslında “biyo-psiko-sosyo-eko-kültürel” bir varlık olan insanın iyi oluşuna katkı sağlayabilecek ne denli farklı parametreler olabileceğini daha iyi anlayabiliyoruz.
Düzenli egzersizin gündelik hayatta stresle baş etmeye etkisinden kısaca bahsetmiş olduk. Umarım bu yazıyı okuyan sizler de egzersizi hem beden hem de ruh sağlığınızı arttıran bir şifa kaynağı olarak görür ve hayatınızın bir parçası haline getirirsiniz. Herkese hareket ve sağlık dolu dinamik bir yaşam diliyorum.
Erkin Ünalan
Klinik Psikolog & EMDR Terapisti
DBE Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Bizi Arayın Terapistlerimiz