Aşık Anne Sendromu
Evlilik; iki kişinin aile kurmak üzere, kanunların uygun gördüğü şartlarda, ruhen ve bedenen ömür boyu sürecek şekilde bir araya gelmesi diye tanımlanır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi evlilik, uzun vadeli bir proje ve çok önemli bir kurumdur. Kişi nasıl evlenmeyi ya da evlenmemeyi seçiyorsa, seçtiği kişiyle evliliğindeki mutluluk ya da mutsuzluğu da yine kendisi belirlemektedir.
Evlilik Öncesi Danışmaya Gelen Kişilere Verdiğimiz Tavsiyeler Şunlardır
- Evlilikte aşk ve cinsel çekim çok önemli, ancak ilişkinin motoru aşk ve cinsel çekim olmasın.
- Aşk sarhoşluğu geçince bir bakın bakalım;
- Aileleriniz onaylıyor mu?
- Arkadaşlarınız onaylıyor mu?
- Sık ayrılıklar yaşıyor musunuz?
- Ayrılıkların süresi ve sıklığı nasıl?
- Kavga ve tartışmalarınızı nasıl çözümlüyorsunuz?
- Kendinizi güvende ve anlaşılmış hissediyor musunuz?
- Birlikte geçirdiğiniz zamanlar doyurucu mu? Birbirinize destek oluyor ve paylaşıyor musunuz?
- Alkol ve maddenin (uyuşturucu-uyarıcı-esrar vb.) kötüye kullanımı var mı?
- Aldatma var mı?
En önemli seçim kriterlerinin başında aile onayı var. Çünkü hepimizin bildiği gibi evlilik yalnızca iki kişi arasında olmuyor, aileler de evleniyor. Ailesi benim umurumda bile değil, görüşmem olur biter diyenlere şunu hatırlatmak gerekir. Hiç biraraya gelmeyen aileler bile, yaşam boyunca doğum, ölüm, hastalık, nişan, mezuniyet, düğün gibi vesilelerle bir araya geleceklerdir. Evlenirken onlardan aldığı eğitim ve genetik mirasla gelen eşin, ailesi ile görüşme kaçınılmazdır.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; din, kültür, mezhep, etnik yapı, gelenek, görenek ve sosyo-ekonomik yapı açısından benzer ailelerin çocukları, evliliklerinde daha mutlu ve başarılı oluyorlar. Kişinin ailesi ve annesiyle olan ilişkisi de evlilikte belirleyici olmaktadır. Annesi ve ailesi ile iyi ilişkileri olan, ilişkileri sevgi ve saygıyla yoğrulmuş kişiler genellikle iyi eşler oluyorlar.
İkili ilişkilerde olduğu gibi, anne sevgisi-aile sevgisinde de bağlılık ve bağımlılık kavramları önem kazanıyor. Evliliklerinde BİZ olabilmiş kişiler bağlılıkla bağımlılığı ayrıştırmışlardır. Bebek, annelik, yemek pişirmek, ev, mutfak, sofra, tertip, düzen gibi kavramlarla evcilik oyunlarında tanışan küçük kızlar, annelerini ya da anne yerini tutan anneanneyi, babaanneyi, halayı, teyzeyi, bakıcı teyzeyi taklit eder, rol-model alır. Model aldıkları kişinin, hatta genellikle annelerinin davranış ve tutumlarını, önyargı-korku ve kaygılarını, evlilik beklentilerini kendi evliliklerine taşırlar. Atasözlerimizde de annenin önemi; “Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” veya “Ana keçi nerden atlarsa oğlak da oradan atlar” gibi deyişlerle belirtilmiştir. Evliliklerde, gerek kız gerekse erkek annesinin rolünü yadsıyamayız.
Kayınvalide Sendromu
Kayınvalide sendromu yalnızca erkek annelerine has bir durum değildir. Gözlemlerime ve terapiye yansıyanlara dayanarak, kız annelerinin de evliliklerin boşanmayla sonuçlanmasında etken olduğunu söyleyebilirim. Gerek kırsal ve doğu bölgelerde, gerekse kentsel ve batı bölgelerde, hemen her kültürde Kayınvalide-Kaynana problemi vardır ve çok eski yıllardan beri varolan bu sendrom, insanlık var olduğu sürece de devam edecektir. Çift Terapisine başvuran çiftlerin evliliklerini en çok çatırdatan olaylar arasında, aldatmanın yanı sıra kayınvalide ile olan çatışmaları gözlemlemekteyiz.
Her anne için çocuğu çok özeldir ve hiç kimse çocuğuna layık değildir. Hemen her toplumda da erkek çocuk; soyadını sürdürecek, ailenin temeli-reisi olma statüsüne erişecek, ailesine bakacak, koruyup kollayacaktır. Bu nedenle çoğu kadının hayalinde Erkek Annesi olmak hevesi yatar, çünkü böyle görmüştür, bu sayede kendine anne olması-erkek annesi olması nedeniyle özel bir yer-statü verileceğini düşünür. Ancak bu çok özel durum, aileye katılan Gelin nedeniyle sarsılmaktadır.
Gelin; gel kökünden türemiş, gelen anlamında kullanılmış bir sözcüktür ki, evdeki eski gelin yani erkek annesi tarafından kendi yerini alacak bir tehdit olarak algılanmaktadır. Çoğunlukla anne-kız-damat ilişkilerindeki demokrat ve anlayışlı, sevgi dolu bir anne olan kadın; anne-oğul-gelin ilişkisinde çok farklı bir anne modeli çizmekte ve çifte standart uygulamaktadır.
Kişilik gelişim basamaklarında 0-6 yaş döneminde, anne-çocuk ilişkisi çok önemli olup, annenin karşılıksız, koşulsuz, sonsuz sevgisiyle belirlenir. Çocuk, anne ya da anne yerini tutan kişiden bu sevgiyi alırsa, özellikle de 0-2 yaş döneminde, ileride özgüvenli, kendiyle barışık, bağımsız kişilik geliştirebilecektir. Anne ya da anne yerini tutan kişiyle ilişkisi 3 yaşından itibaren değişecektir, çocuk anneden ayrışacaktır. Ayrışamayan, annesinin yakasından adeta bir rozet gibi düşmeyen, yuva ve anaokuluna gitmeyen çocukların arkalarında ayrışamayan anneler vardır. Öncelikle anne, çocuğunun kendisinden ayrılabilmesi için kendisinin izin vermesi gerektiğini bilmelidir. Anne kendi korku ve kaygılarını çocuğa yansıtmadığı zaman, çocuğunun ondan sağlıklı bir şekilde ayrışacağını unutmamalıdır. Anneler çocuklarını, kendilerinin bir uzantısı gibi görür, çok koruyucu ve kollayıcı anne modeli çizerken, aynı zamanda çocuklarının BAĞIMSIZ ve ÖZGÜVEN sahibi olmasını da beklememelidirler. Bilinçaltında kendinden kopuşun dayanılmaz acısını yaşayan anne, benim çocuğum daha çok küçük, yapamaz, beceremez, düşer, hastalanır, hiç kimse benim gibi ona bakamaz gibi korku ve kaygılarını, ileride oğlu evlendiğinde de oğlunun bakımı, yemeği, rahatı gibi durumlara taşır. Gelin de kendi tarzında biri değilse, oğlunun çalışıp, yorulup bir de evdeki sorumluluklarını yerine getirmesinin, yemek yapmak, çocuk bakımı, ütü gibi işlerde eşine yardım etmesinin oğlunu üzdüğünü, yorduğunu düşünür. Üstelik gelin, kendi kızından ve kendinden daha rahat bir yaşam içerisindeyse geline olan olumsuz duygularını ve fikirlerini daha da büyütür ki burada en çok yıpranan, arada kalan, zorlanan oğul olur, her iki kadın tarafından çok sevildiği söylenen ve paylaşılamayan…
Terapiye yansıyanlara dayanarak bu çekişmelerin erkeği ne kadar üzdüğünü, içinden çıkılamaz çatışmalara sürüklediğini, dolayısıyla somatizasyon bozukluklarına (Fiziksel bir dayanağı olmamasına rağmen yaşanan psikolojik problemler nedeniyle oluşan fiziksel şikayetler), öfke patlamalarına, genel isteksizlik ve motivasyon düşüklüklerine, cinsel isteksizlik ve cinsel problemlere sebep olduğunu söyleyebiliriz. Anne ile ayrışma sağlıklı yaşanmadığı, ödipal dönemin (3-5 yaş arası dönem) sağlıklı atlatılmadığı durumlarda, babaya zıtlık, anneyi babadan kıskanma, babayı rakip olarak görme, babadan nefret gibi duygular yaşanmakta ve bu durum erkekte cinsel istek bozukluklarına da sebep olabilmektedir.
Baba figürü de ailede çok önemlidir. Genellikle sağlıklı bir ailede, baba figürünün etkin olduğu ailelerde, anne oğluna sağlıksız bir bağlanma göstermiyor. Çünkü ona sahip çıkan, onu koruyan ve kollayan bir erkek vardır. Ailede baskın, müdahaleci, herkese her istediğini yaptırmaya çalışan ben merkezli anneler ya da mağdur, sızlanan, hastalık ve şikayetleriyle ilgiyi kendi üstüne çekmeye çalışan anneler, eşlerinden yeterli ilgiyi göremeyen kadınlardır ve bütün ilgilerini oğullarına aktarmakta, çocuklarıyla var olma çabasına girmektedirler. Hayatta varoluşlarını evlatları üzerinden gerçekleştiren anneler anne bağımlısı kişiler yetiştiriyorlar.
Özgüven sorunu yaşayan kişiler de anneden beslenmeye devam ediyor ve anneden ayrılmak çok zor geliyor, anneden ayrılmak adeta ölüm gibi algılanıyor, o halde ölümden kaçmak, yaşayabilmek, var olabilmek için annesinden kopamıyor, ayrışamıyor, çünkü tek bildiği yaşama biçimi bu. Anne bağımlısı kişiler, annelerinin gölgesi gibi, birey olamamış, sorumluluklarını yerine getiremeyen ya da sorumluluklarını yerine getirirken yoğun sıkıntı ve bunaltı yaşayan, kendi kararlarına güvenemeyen, karar aşamasında çözümü hep annelerinden bekleyen kişilerdir ve eş seçimi yapılırken mutlaka uzak durulması gereken tiplerdir.
Özetle diyebiliriz ki:
-Çocuğumuzu çok sevelim, sevgimiz karşılıksız ve koşulsuz olsun.
-Çocuğumuzun gelişimine, bizden ayrışmasına izin verelim.
-Çocuğumuzun hayatına müdahaleci olmayalım ancak sınırları ve sorumlulukları da unutmayalım.
-Özgüvenli ve bağımsız yetişkinler yetiştirebilmek için, kendi kaygı ve korkularımızı, önyargılarımızı onlara aktarmayalım ve onları sevgi, saygı, güvenle güçlendirelim.
Dilek Doğu, Uzman Psikolog - DBE Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi
DBE Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Bizi Arayın Terapistlerimiz
Benzer İçerikler :
Hayatta her gün seçim yapmamızı gerektiren durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu seçimlerden bazıları kolayken bazıları zor olabiliyor. En zor görünen ...
Boşanmayı “medeni bir şekilde atlatmak” dost kalmak anlamına gelmemektedir. Boşanmada eşiniz ile ilişkinizi sürdürmeme hakkınız her zaman vardır. ...
İş yaşamı ve hayatın içindeki türlü sorumluluklar nedeniyle hepimiz kısa süreliğine de olsa stresten uzaklaşmak amacıyla bir yerlere kaçamaklar yapmayı ...
Zekaya olan ilgi, geçtiğimiz yüzyıl boyunca kimi zaman artan kimi zaman azalan bir çizgi izlese de bilim adamlarının yanıt aradıkları sorular aşağı yukarı hep ...
İlginizi Çekebilir :
“Sınırlar koymaya cesaret etmek, başkalarını hayal kırıklığına uğratma riskini aldığımızda bile kendimizi sevme gücüne sahip olmakla ...
40'tan fazla proje arasından, “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” yaşayan Suriyeli mültecilere EMDR Terapisi uygulayarak yaptıkları çalışmayla, ...
İstanbul’da psikolog & psikoterapistleri ile güvenilir hizmet veren Davranış Bilimleri Enstitüsü, psikoloji disiplini çerçevesinde yaklaşım gösteren ...
Bağımlı Kişilik Bozukluğu olan kişiler yalnız kalmaktan korkarlar. Sağlıklı bireylere kıyasla yoğun bir şekilde terk edilme korkusu yaşarlar. Hayatlarıyla ...