Travma, pandemi ve psikolojik sorunlar
İster yakın tarihli deprem gibi bir felaket, ister araba kazası olsun, ya da bir aile içinde yaşanan uzun veya kısa süren ve şiddet içeren bir süreç olsun, bu olaylar ‘travmatik süreçler’ olarak adlandırılır. İyi de, travmanın çeşidi, şiddeti, süresi ne olursa olsun bazı insanlar çok, bazıları ise hiç etkilenmiyor. Travmayı nasıl tanımlayacağız?
Karışıklık ‘travmayı’ olayın kendisine bakarak tanımlamaktan kaynaklanıyor. Eğer olumsuz bir süreç kişi üzerinde kalıcı bir etki yaratmışsa ‘travmatik’ bir etkiden söz ederiz. Kalıcı olmamışsa o kişi için travmatik bir etkisi olmamış denir. Kişinin durumu nasıl algıladığı, tanımladığı, nasıl bir anlam verdiği belirleyici olur. O zaman soruyu şöyle soralım: Bir insan asansörde kalıyor, kurtarılıyor, hemen asansöre binip çıkacağı kata çıkıyor. Bir başkası ise 15 sene asansöre binmiyor. Çocukluğunda kedi tırmalıyor, 30 yaşında hala bir kedinin yanına bile yaklaşamıyor. Bugün korona korkusuyla eve girişte soyunup doğru banyoya giden çocuk, 40 yaşında eve geldiğinde soyunup saatlerce banyoda kendini temizlemeye çalışıyor olacak. Bu durumlarda tüm travmatik süreçleri açıklayan temel ‘mekanizma’ nedir?
Cevaba, şöyle bir soru sorarak ulaşabiliriz. Tüm kültürlerde ortak ihtiyaçlar ve korkular nedir? Araştırmalara baktığımızda birkaç temel ihtiyacın olduğunu ve onlarla ilişkili korkuların olduğunu görüyoruz:
- Güvenlik ihtiyacı ve zarar görme/ölüm korkusu,
- Önemsenme ve kıyaslanma,
- Düzen ihtiyacı ve belirsizlik-kaos,
- Aidiyet ve dışlanma.
Tüm travmatik süreçlerde; hayati tehlikeler ve ilişkilerle ilgili süreçlerde bunlardan biri veya birkaçı veya tamamı gündeme gelir. Örneğin pandemi sürecinde belirsizlik ve ölüm korkusu sürekli olarak gündemdeydi. Bazı ailelerin sürekli yaşadığı ilişkilerle ilgili travmatik süreçlerin yasakların, olağan dışı bir yaşamın, hastalığın, ölümün, yaşandığı bir süreçte ilişkilere daha fazla yansıması beklenirdi ve öyle oldu. Bizler önemsenme, saygı, sevgi, aidiyet gibi temel ihtiyaçlarımızı işimizde, ailemizle, arkadaşlarımızla, sosyal yaşamda kurduğumuz ilişkilerle karşılarız. Bunların tümü aksadı. Çocuklar ve gençlerin tüm beslenme kanalları da aksadı. Bu anlatılanlar aşağı yukarı tahmin edilebilir şeyler. Ama hala aynı travmatik süreçleri yaşayan insanların bir kısmı travmatik süreçlerden ya çok az etkileniyor ya da çabuk aşıyorlar. Yani bir çeşit çok dayanıklı olabiliyorlar. Bunu nasıl açıklıyoruz?
1999 depremi iyi bir örnek. Yıllardır deprem bölgesine gideriz. Deprem travmasını yaşayanların bir kısmı aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen gece ışığı söndürüp yatamıyor, sabaha karşı 03.00’den sonra yatabiliyor, biraz deprem zamanını konuşunca duygulanıyor veya ağlıyor. İlişkilerle ilgili birçok sorun yaşıyor. Pek çoğu 20 yıl sonra TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) tanısı alabiliyor. Can alıcı soru şu: Kimler deprem sonrası yaşanan travmatik süreçleri aşabiliyor, kimler aşamıyor? Kimler dayanıklı kimler dayanıksız? Bu iki grubu ayıran, farklı kılan ne?
- Travmaya maruz kalan, araştırmaya katılan 409 kişinin yaklaşık yüzde 15’i yüksek düzeyde TSSB tanısı alıyor, yüzde 20’si ise neredeyse hiç etkilenmemiş.
- Çocukluk döneminde aile içinde yüksek düzeyde travmatik süreç yaşamış olanlar TSSB tanısı alıyor.
- Çocukluk döneminde aile içinde düşük düzeyde travmatik süreç yaşayanlar TSSB tanısı almıyor. TSSB semptomları deprem sürecini yaşamayan kişiler düzeyinde, yani çok düşük.
Bu noktada can alıcı ikinci bir soruyu soruyoruz: Aile içindeki travmatik süreç TSSB’nin kalıcı olmasında anahtar rol oynuyor. Ama aradan 20 yıl geçtiği halde hala TSSB tanısı nasıl alıyor? Araya hangi faktör girip TSSB semptomlarının düşmesini engelliyor? Araştırmada ölçtüğümüz değişkenlerden biri dayanıklılıktı. Dayanıklık bizim potansiyel olarak travmatik stresle baş etme, üstesinden gelme potansiyelimizi ölçer. Sonuçlar şöyle:
- Çocukluk döneminde ailede yüksek düzeyde travma yaşayanların dayanıklık düzeyi düşük oluyor. Bu çok beklenir bir sonuç. Yüksek düzey travmatik ilişkiler içinde büyüyen bir çocuğun travmatik stresle baş edecek, sorunların üstesinden gelecek beceri setlerini geliştiremeyeceğini çok iyi öngörebiliyoruz.
- Çocukluk döneminde ailede düşük düzeyde travma yaşamış olanların dayanıklık düzeyi yüksek oluyor. Bu da çok beklenen bir sonuç.
PANDEMİ VE YOL AÇTIĞI SORUNLAR
Gelelim pandemi meselesine ve yol açtığı sorunlara. Pandemiyle yaşadığımız sürece ‘travmatik bir süreç’ diyebiliyoruz. Çünkü bizim travmatik stresle baş etme kapasitemizi zorluyor ve kalıcı etkileri olabiliyor. Yaşanılan süreci ‘aileyi yönetmek’ ve ‘çocuklarımızın okulla ilgili sorunlarını yönetmek’ diye ikiye ayırsak işimiz kolaylaşır.
Önce aile: Yukarıda dile getirdiğimiz temel kavramlar, tanımlar ve süreçler pandemi için de aynen geçerli. Yaşadığımız diğer travmatik süreçlerden önemli bir fark; devam etmesi ve durmadan bizi tetikliyor olması. Bu işimizi biraz daha zorlaştırıyor ama aşılmaz yapmıyor. Temel olguyu unutmayalım: Yaşanan travmaları iyi yöneten aileler çok hafif atlatacak. İyi yönetemeyenler ise çok daha fazla sıkıntı yaşayacak.
Tekrarlayalım: Travmatik süreçleri kronik olarak yaşayan aileler bu sıkıntıları her zamandan daha fazla ilişkilere yansıtma eğiliminde olacak. Ailenin yaşadığı güçlükleri aşma görevi anne ve babanındır. Her zamanki tartışmaları, sürtüşmeleri, iniş çıkışları iyi yönetmenin ve ilişkileri yansıtmamanın yollarını aramaları gerekir. Çok zorlanıyorlarsa profesyonel yardım almayı denemelidirler. Beynin bazı fonksiyonlarını tam geliştirme yaşı, yani ergenlik 21’e dayandı diyebiliriz. Çocuk ve ergenler davranış kalıplarını, hangi durumda neler hissedeceklerini, belli değerleri içselleştirmeyi mantık yoluyla analiz yaparak değil, taklit ederek öğrenir.
Bu şu demek: Anne ve baba ve evdeki diğer yetişkinler stresli durumları seslerini yükselterek, didişerek, küserek aşmaya çalışıyorlarsa çocuklar da aynı teknikleri kullanacaktır. Bu ilke psikolojik ve psikiyatrik sorunların öğrenmesinde de geçerli. Koronavirüs hastalığına yakalanmaktan neredeyse herkes korkuyor. Hemen söyleyelim, virüsten korunmak için ondan korkmak gerekmez. Bu ilkeyi hepimiz biliriz. Araba kullanırken, sürekli kaza yapmamaya çalışmayız. Yola çıkarken tedbirlerimizi alırız ama korkarak araba kullanmayız. Kaygı bulaşıcıdır.
Bazı inançlar irrasyonel olabilir ama sağlıklıdır:
- Risk almadan yaşam sürdürülemez.
- Tehlikeyle kaygı/korku arasındaki bağ psikolojik bir bağdır. Kopmaz bir bağ yoktur.
- Risk olsa da kaygı çok aza inebilir, hatta yok olabilir.
- Sanki risk yokmuş gibi yaşanabilir/yaşanmalı.
- Bir örnek: 2018’de ülkemizde 1 milyon 230 bin trafik kazasında 6 bin 700 kişi öldü. 307 bin kişi yaralandı. On binlerce kişi sakat kaldı. Trafiğe çıkarken hiç korkmayız. Çocukları arka koltuğa oturtur, 600 kilometre uzakta tatile gideriz. Hiç korkmayız. Yani kaza ve ölüm tehlikesi çok net varken yola çıkarız ve korkmayız. Yani koronavirüsten korkmadan, kaygılanmadan, sağlık endişesi yaşamadan yaşamı keyifle sürdürebiliriz.
EĞİTİMDE EBEVEYNİN ROLÜ
Pandemi süreci özellikle annenin günlük işlerini ciddi biçimde arttırıyor. Ailenin tüm üyeleri bu aşırı yükü anneden almayı, paylaşmayı öğrenmeli.
Online eğitim 21 Ocak’a kadar uzatıldı. Çocukları okul ve ödevler için bilgisayar başına oturtmaya çalışırken bilgisayarda oyun oynamak ve video izlemekle ilgili sınırlandırma getirmek ve evde bu dengeyi sağlamak gerçekten zor. Eğer bu durum ve gerekçeler çocuğa iyice izah edilmezse, özellikle küçük yaş grubundaki çocuklar bu duruma uyum sağlamakta güçlük çekebilir. Dahası bu durum, çocuk ve ebeveynler arasında ciddi çatışmalara sebep olabilir.
Her şeyden önce evdeki ‘ilişki’ korunmaya çalışılmalı. Eğer ilişki kötüleşirse, o zaman çocuk inadına anne-babanın istediği ya da önem verdiği şeyi yapmamaya başlar. Yaşanan durumu iyi açıklamalıyız. Bunun ‘evden eğitim’ olduğunu, virüs salgını nedeniyle eğitimin okuldan eve taşındığını, aynı okuldaki gibi, nasıl derse girmeyip bahçede oynama şansı yoksa evden eğitimde de bir derse girip diğer derste video izleme şansı olmadığını bilmeli. Israr ederse bunun kabul edilemez olduğunu, normal şartlarda olduğu gibi her gün derslere katılmak zorunda olduğunu net ve kararlı şekilde izah etmeliyiz. Bu konuda anne-baba aynı dili kullanmalı ve uygulamada da bu sözlerin arkasında durmalı. Takibi elden bırakmamalı, derslere katılmadıklarında yaptırımda bulunmalıyız ve dersler, ödevler bittikten sonra serbest zamanlarında eğlence için de sevdikleri şeylere zaman vermeliyiz. Birçok anne ve baba olağan üstü koşullar nedeniyle çocuğuna baskı uygulamaktan çekindiği için ısrar etmekte ve net tavır almakta tereddüt ediyor.
EĞİTİM SİSTEMİ İÇGÜDÜLERİ DE EĞİTİYOR
Çocuklar içgüdüleriyle doğar. İçgüdüler sınır tanımaz. Çocuğa sınır koymak, uymasını sağlamak, sınırların yaşamın normal halleri olduğuna inanmalarını sağlamak, bunun birlikte yaşamın olmazsa olmaz koşulu olduğunu benimsetmek anne ve babanın işidir. Çocuk okula başlayana kadar pek çok kuralı istemeden de olsa öğrenir. Bunların tümü ‘temel yaşam becerileri’ kategorisinde yer alır. Okul yaşamı ve orada edinilen alışkanlıklar da bu kategoride yer alır. Hiçbir çocuk kendi arzusu ve iradesiyle okula başlamaz. Başına gelecekleri bilse uzak durmak için elinden geleni yapar. İçgüdüler içinde bütün gün fazla hareket etmeden, hareketsiz bir yerde oturmak, birini günler ve yıllar boyunca dinlemek, sadece dinlemek değil aynı zamanda öğrenmek, sorulduğunda anlatmak yoktur. Çocuklar böyle bir içgüdüyle doğmaz. Okul mümkün olduğu kadar çocuğa sevdirilir. Çocuk okula koşa koşa gitmek için ‘motive edilir’. Eğitim sistemi bu işi çok iyi becermiştir. Anneler-babalar da bu doğrultuda eğitilmiş, aksayan durumlar için profesyoneller eğitim almıştır.
Pandemide eğitimin yürüyebilmesi için kuralların bir kısmı değişmek zorunda kalmış ama temel öğrenme kurallarının ve ilkelerin hiç biri değişmek zorunda kalmamıştır. Bizim de bir süre, daha farklı bir dansı tutturmamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor.
ONLINE EĞİTİMDE ÖĞRENCİ-ÖĞRETMEN İLİŞKİSİ NASIL BİÇİMLENİR?
İlişki kurabilmek için göz göze bakmak, dokunmak, aynı ortamda aynı havayı solumak ve o anı paylaşabilmek gerektiği düşünülür. Oysa uzaktan ilişki kurmak da mümkün. Olumlu öğrenci-öğretmen ilişkisinde yakınlık, sıcaklık, önemsemek, saygı, aidiyet, onaylanmak ve destek vardır. Öğretmenler, ilişkilerde her zaman temel ihtiyaç olarak yaşanan bu süreçlerin uzaktan eğitimde de devam etmesini sağlamalı: Öğrencilerini dinlemeli, onlara yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormalı, sınıf ortamında eşitlik sağlamalı, olumlu davranışlarından sonra öğrencilere karşı güzel sözlerini eksik etmemeliler. Uzaktan eğitimde de olsa sınıf ortamında güvende hissetmeyen bir öğrenci maalesef arkadaşlarıyla ilişki kurmada, kendini ifade etmede ve yeni şeyler öğrenmede zorlanır. Bu süreçte zaten epeyce zorlanan öğrencileri desteklemeye devam edebilmek için öğretmenlerin onlarla ilişki kurma kalitesi gerçekten çok büyük bir öneme sahip.
PANDEMİ DÖNEMİNDE ÇOCUKLARIN KORKULARINI YÖNETMEK
Pandemiyle birlikte biz yetişkinlerde olduğu gibi çocukların da korku ve kaygılarında artış oldu. Korku ve kaygı, bilinmezlik ve belirsizlikten beslenir. Bu nedenle her şeyden önce, elimizden geldiğince, çocukları olup bitenle ilgili bilgilendirmeliyiz. Koronavirüsün ne olduğu ve korunmak için nelere dikkat etmeliyiz konularını çocuklar geçtiğimiz süreçte öğrendi. Şimdi de çocukların bilgilerini güncellememiz gerekiyor: Onlara okulların neden tekrardan online sisteme alındığını, bu durumun, şu anda açıklandığı kadarıyla, ne zamana kadar devam edeceğini, neden onlara sokağa çıkma kısıtlaması geldiğini, dış dünyada başka nasıl tedbirler alındığını anlatmalıyız. Bu konularla ilgili yeni kararlar alınabileceğini, yeni kararlar çıkarsa yine onları bilgilendireceğimizi de paylaşmalıyız. İşte o zaman çocuklar daha güvende hissetmeye başlar. Bu çok önemli. Ayrıca korkuları ve kaygıları olan çocuklara eleştirel yaklaşmamak da önemli. ‘Bunda korkulacak ne var?’ gibi ifadeler hiçbir işe yaramaz, çocuğu daha da zor durumda bırakır. ‘Biliyorum sen çok korktun. O kadar çok korktun ki hemen gelip bana sarılmak istedin. Sen bana sarılınca daha rahatlıyorsun, kendini o zaman güvende hissediyorsun’ gibi onun duygusunu anladığımızı ve kabul ettiğimizi gösteren ifadeler kullanmalıyız. Bu empatik yaklaşım, hem çocuğu sakinleştirecek hem de sizin onu gerçekten anladığınızı ona göstereceği için çocukla aranızdaki ilişkiyi de güçlendirecektir.
ONLINE EĞİTİMİN AVANTAJLARI VE DEZAVANTAJLARI
Çocukların adaptasyon kapasitesi oldukça yüksek. Zaten onlar ödevlerini takip etme, oyun oynama, arkadaşlarıyla konuşma gibi konularda online sisteme alışkınlardı. O nedenle şu anda sistemle alakalı zorluk çekmiyorlar aslında. Sadece oyun oynadığı odasında, yan tarafta yumuşacık yatağını görürken ve önündeki bilgisayarında tek tuşla açabileceği oyun ve video anlamında zengin bir dünya varken derslere girmekte zorlanıyorlar. Aslında alışkın değiller buna ama alışacaklar. Burada hem anne-babaların hem de öğretmenlerin duruşu çok kritik bir rol oynuyor. Derslere katılım ve ödev takibi konularında net, kararlı, sağlam ve tutarlı bir duruş şart. Açıkça belirlenmiş ve esnetmenin çok mümkün olmadığı sınırları görünce çocuklar daha da kabul edici olacaklar ve uyumlarını arttıracaklardır. Elbette ki arkadaşlarıyla bir araya gelememek, fiziksel bir teneffüse çıkamamak, eskiden teneffüs zili gibi onların düşünmek zorunda olmadığı bir çerçeveyi bile onların takip etmek zorunda olması çok kolay değil onlar için. Bir taraftan da yollarda geçirilen zamanın onlara kalması, daha az yoruluyor olmaları, yeni hayat düzeni olacak bu online sisteme daha küçücük yaşlardan itibaren atapte olmayı öğrenebilmeleri de avantajlar sağlıyor. Yeni nesil çocuklar ‘Arkadaşlarınla buluşur musun?’ sorusuna ‘Evet’ diyip online ortamdaki arkadaş sohbetlerinden ve toplu oyunlardan bahsederlerdi. Bu, onların çok uzak olduğu bir düzen değildi aslında. Şimdi bu süreçle birlikte sosyalleşme, mecburen, sadece online ortamda devam edecek. Bu durum elbette onların sosyal gelişimlerini bir oranda olumsuz etkileyecek. Uzaktan da olsa arkadaşlarından kopmamaları için onları desteklemek önemli. Arkadaşlarıyla telefondan ve bilgisayardan konuşmalarına, grupça oynadıkları online oyunlara belli ölçüde izin verilmeli. Ev ortamında sohbet zamanları yaratılmalı; onların da kendi duygu ve düşüncelerini açıklamalarına fırsat verecek, önemsenmiş hissedecekleri, keyifli zamanlar oluşturulması ihmal edilmemeli.
OKULA YENİ BAŞLAYAN ÇOCUKLARLA İLGİLİ NELER YAPILABİLİR?
Bu süreçten belki de en olumsuz etkilenen öğrenci grubu okula yeni başlayanlar oldu. Tüm hayatımız boyunca eğitim-öğretim yaşamımızda ilk deneyimlerimizin yeri hayati bir öneme sahip. Bu ilk zamanlarda, öğrenmenin keyifli bir şey olduğu algısını çocuklara verebilmek çok kıymetli. O nedenle onlara baskı kurmadan, öğrendiği her yeni şeyden sonra güzel sözlerle ve neşeyle onu takdir ederek onların yolculuğuna ortak olmak gerekir. ‘Her geçen gün yeni şeyler öğreniyorsun, büyüyorsun, merak ediyorsun, sorular soruyorsun. Seni böyle görmek beni çok mutlu ediyor. Gurur duyuyorum seninle’ gibi ifadelerle onları desteklemeliyiz. Öğrenmenin büyümeyle bağlantısını gören ve bunu yapınca olumlu deneyimler yaşan her çocuk öğrenmeyi sever, daha fazlası için heves eder. Çocuklara bilgi vermek şart. Verilecek bilgi çocuğun yaşına, gelişim düzeyine göre ayarlanmalı. Çocuğa bilgi verirken kendi kişisel kaygılarımızı çocuğa yansıtmamak da önemli. Neden evde olduğumuz, bu durumun neden hala devam ettiği, tedbir amaçlı neler yapmamız gerektiği çocuklara açıkça anlatılmalı. Yeni gelişmeler oldukça onlara tekrar bilgi vereceğimiz de söylenmeli. O zaman çocuklar çok daha rahat ve güvende hissederler. ‘Evimizdeyiz, güvenli yerimizde... Tüm bunları beraber atlatacağız, yeniden dışarı çıkacağız, sen arkadaşlarınla okulda buluşacaksın...’ gibi destekleyen ve umut verici sözlerimizi de eksik etmemeliyiz.
SINAVA HAZIRLANAN ÖĞRENCİLER
Maalesef ülkemizde sık sık değişen sınav sistemiyle birlikte her yıl sınava hazırlanan öğrencilerin ‘Acaba bu yıl sınav sistemi değişecek mi? Son dakika bir değişiklik olur mu?’ gibi kaygıları her yıl zaten olurdu. Elbette tüm dünyada her anlamda büyük bir belirsizliğin hakim olduğu bu yıl sınava hazırlanan öğrencilerin bu kaygıları daha da arttı. Bunlara ‘Acaba sınav olabilecek miyiz? Sınav son dakika iptal edilir mi? Sınava giderken ve sınavdayken etraftan virüs bulaşır mı?’ gibi yeni kaygılar da eklendi. Maalesef bu durum, sınava hazırlanan öğrencilerin motivasyonunu oldukça olumsuz etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Yetişkinler olarak korkularımızı çocuklara yansıtmamaya çalışalım.
Zor zamanlardan geçtiğimiz bu günlerde en büyük yardımcımız ‘ilişki’. Ne olursa olsun çocuğunuzla olan ilişkinizi sevgi veren, ilgiyi ihmal etmeyen, destekleyen, dinleyen, önemseyen, duygularını kabul eden, sakinleştirebilen, şefkati esirgemeyen noktada tutun. İşte o zaman ailecek bu dönemi daha az hasarla atlatmanız mümkün olacak.
Haberi Hürriyet Gazetesi Sitesinde okumak için tıklayınız.
Benzer İçerikler :
14 Şubat Sevgililer Günü'yle kadın erkek ilişkilerini sorguladığımız bir sürece girdik... Uzmanlar, bir ilişkinin sonu olabilecek 5 yanlış davranış...
Depresyondaki 121 milyon insanın yüzde 20 ila 40'ı intihar girişiminde bulunuyor, yüzde 10 ila 15'i hayatını kaybediyor. Mevsim geçişlerinde ve kış ...
Dünyaya gözlerinizi açtığınız andan itibaren annenizle aranızda kurulan güven bağı ne kadar güçlüyse hayat boyu yaşadığınız ilişkilerde de güvenli, mutlu ve ...
14 Şubat Sevgililer Günü yaklaşıyor… Gündemde mutlu ve uzun bir ilişki sürdürebilme konusu varken tüm çiftler ilişkilerini sorguluyor ve bu özel günde ...
İlginizi Çekebilir :
Kişisel ve profesyonel alanda verimi artırmak amacıyla alınan koçluk hizmeti, yetenek yönetiminin merkezinde yer almaya başladı. İK ve yetenek geliştirm...
21 Adımda Çalışanlar Eğitimden Nasıl Soğutulur? DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurumsal Gelişim Merkezi eğitmeni, uzman endüstri ve örgüt psikoloğu Burcu...
'Kaybolmayan Çocuklar' projesiyle Hakkari'deki 10 bin çocuk; istismara, ihmale, kaybolmaya ve kaçırılmaya karşı eğitimden geçecek. Yalnızca...
Doğum sonrası dönemde anneleri en çok zorlayan konulardan biri de, bebeklerinin geceleri sık sık uyanmasıdır. Klinik Psikolog Dr. Ayşe Bombacı nın hem annelik ...