Emre Konuk

Rekabet Statü ve Kıyaslama Üzerine 2

Geçen hafta cevabını arayacağımız bir soru sorduk: Yarışmaya, statüye ve kıyaslamaya odaklanmayan bir yaşam düşünülebilir mi? Başarıyı; kıyaslamanın, yarışın ve tırmanmanın tuzağına düşmeden, örselenmeden ve yıpranmadan yaşamak mümkün müdür? Çocuğumuzun eğitimi söz konusu olduğunda, bu motivlerin-ihtiyaçların yıpratıcı yanı törpülenebilir mi?

Bu soruların kestirme ve kolay bir cevabı yoktu, çünkü bunlar çok güçlü motivler ve ihtiyaçlardı. Yarış ve bunun sonucunda edindiğimiz statü, yani yaşadığımız toplumun ve ilişkiler ağının içinde sahip olduğumuz yer, yalnızca bize kazandırdıkları ile değil, kendi içinde de doyum sağlıyordu. Diğerlerinden daha iyi durumda olmak daha çok mutluluk veriyordu. Bu, kendi başına güçlü bir motivasyondur. Ayrıca sağlığa da iyi geliyordu. Örneğin; maymunların statüsü yükseldikçe damar tıkanıklığı daha azalıyordu. Ya da, Oskar ödülü alan kişiler, Oskar ödülüne aday gösterilmiş olan kişilerden dört yıl fazla yaşıyorlardı.

Yarış ve onun sonucu elde edilenler doyum sağlıyor, kendi içinde bizi mutlu edebiliyor, üstelik sağlığa iyi geliyor, hatta yaşamı bile uzatabiliyor.

Soruyoruz, çünkü yarış ve bunun sonucu elde edilen başarı ve statü bana doyum sağlarken başkalarını mutsuz eder. Yarışı bir kişi kazanır. Benim başarabilmem için birilerinin başaramaması gerekir. Bu paradoksu aşmak gerekir. Ama buna soyunmadan önce, yıpratıcı rolü en az “yarışma” kadar etkili olan bir davranışımızdan söz etmemiz gerekiyor.
Kıyaslama

Araştırmacı, bir grup Harvard Üniversitesi öğrencisine şöyle bir soru soruyor:
Aynı fiyata iki ayrı hayali dünyada yaşama seçeneğiniz olduğunu farz edin
1. Birincisinde başkaları 25 bin dolar alırken, siz 50 bin alıyorsunuz.
2. İkincisinde başkaları 250 bin dolar alırken, siz 100 bin alıyorsunuz. Hangisini seçerdiniz?

Öğrenciler birinci seçeneği tercih ediyorlar. O andaki hallerinden daha fakir olmayı, başkalarıyla kıyaslandığında daha iyi durumda olma şartı ile kabul etmişlerdir. Yani gelirinizden mutlu olup olmamanız, kabul ettiğiniz bazı normlara kıyasla nasıl göründüğüne bağlıdır.

Gelirimizin artıyor olmasının, tek başına mutluluğumuzun artmasına bir katkıda bulunmayacağı anlaşılıyor. 1972’den beri Amerikalılara ekonomik durumlarından memnun olup olmadıkları sorulmaktadır. Kişi başına düşen gerçek gelir neredeyse iki kat artmasına rağmen, ekonomik durumlarından memnun olduğunu düşünen kişi sayısında düşüş olmuştur.

Maddi durumu gözle görülür bir şekilde artarken, mutsuzluğu da gözle görülür şekilde artan çok insan olmuştur. Örneğin Doğu Almanya’da 1990’dan sonra çalışanların maddi durumu hızla artmıştı fakat mutlulukları da aynı hızda düşmüştü. Almanya’nın birleşmesiyle beraber Doğu Almanya’lılar kendilerini Sovyet bloğundakilerde kıyaslamak yerine Batıdakilerle kıyaslamaya başladılar.

Gelire Bağımlılık Ölçeği

Elde ettiğimiz gelir madde bağımlılığına benzer. Kullandığınız uyuşturucuya bir zaman sonra “alışırsınız” ve dozu arttırmak zorunda kalırsınız. Gelirimiz de öyledir. Bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz gelir, gerçek gelirimizin %40 fazlasıdır. Olimpiyatlarda üçüncü gelenler, ikinci gelenden daha mutlu oluyorlar. Çünkü üçüncü gelen hiç kazanamayanla kendini kıyaslarken, ikinci gelen birinciyle kıyaslar. Bu nedenledir ki, Çalışan Bağlılığı araştırmalarında çalışanlar maaşlarından hiçbir zaman memnun olmazlar.

Sahip olduğumuz gelire alıştığımızın farkına varamamanın bedeli ağırdır. Sonuçta başka hedeflerimize ulaşma çabasından uzaklaşıp yalnızca daha çok para kazanmaya odaklanırız.

Bu durumda nereye geldik?
1. Durumumuza alışırız ve daha fazlasını isteriz.
2. Bu yüzden genel mutluluk düzeyi gelir artışıyla birlikte yükselmez
3. Durumumuzu kıyaslama yapmadan değerlendiremeyeceğimize göre bu paradoksu engellemenin bir yolunu bulmamız gerek.

Haftaya devam.
12.08.2007

Benzer İçerikler :

Beynimiz, duygular ve müşteri bağlılığı

Ne çok işitmişizdir: "İnsan akıllı hayvandır". Ama değildir. Yani aklımızı düşündüğümüzden çok daha az kullanırız. Örneğin; matematik problem...

Kırmızı Et Meselesi - 2

Önce geçen haftanın bir özetini yapalım: Kırmızı etle hastalık arasındaki ilişkiden yaklaşık yarım yüzyıl önce, ilk söz eden Ancel Keys oldu. Başta her tü...

Ailede Demokrasi Neden Olmalı

Geçen hafta çocuğun içgüdüleriyle doğduğunu, içgüdülerinse tanımı gereği sınır tanımadıklarını ve hedefin anında doyum olduğunu söylemiştik. Oysa aile yaşamı ...

Zihin Ve Beden İlişkisi - III

Önceki haftalarda, yetişmenin ve her tür çevresel unsurun önemini vurgulayan epigenetik yaklaşım perspektifinden zihin ve beden ilişkisini konu etmiştik....

İlginizi Çekebilir :

Yöneticiler İçin Başarı Stratejileri 2

Geçen yazıda CCL’in (Center for Creative Leadership) yaklaşık 15 yıl süren bir araştırmasından söz ettim. CCL çalışmasında temel olarak üstün performans ...

Popüler Psikoloji Mitleri - III

Bu köşeyi sıklıkla takip eden okurlarımız bilirler, bilinmeyenlere ve yanlış bilinenlere değinmeyi kendimize vazife edinmişizdir. Geçen haftalarda popüler ...

Çalışanı Kim Memnun Eder

Çalışan memnuniyetini ve bağlılığını belirleyen faktörleri artık iyi biliyoruz. Çalışan bağlılığına odaklı bir kurum kültürü, yönetim anlayışı ve yönetici ana ...

İşte Mutluluk

Kimimize, belki de birçoğumuza göre, iş, yalnızca hayatı sürdürebilmek için üstlenilen bir mecburiyet; zevkten yoksun bırakan bir vazife; omuzlarda daimi bir...