Örgüt Kültürü ve Değişim
Geçen hafta, örgütlerin ve şirketlerin bir değişim programı uygulasalar da, kültürlerini değiştirmedikleri için nasıl saf dışı kaldığı üzerinde durmuştuk. Kültür deyince de; değerler, ilkeler, bakış ve düşünme tarzı, yönetim biçimi, sorunlara yaklaşım ve paradigmaları ve bunların sonucu yaşama yansıyan davranış biçimlerini anlıyoruz.
İster bir aile olsun, isterse bir şirket veya siyasi parti veya bir ülke olsun; her organizasyonun, değişimi yönetmek zorunda oluşu sürekli yaşadığı en temel paradokslardan biri. Bu bir paradoks, çünkü her organizasyon, hatta birey hem aynılığını, kimliğini korumak, hem de değişmek zorunda. Yani ben 5 yaşında da Emre’ydim, şimdi de Emre’yim. Ama aynı Emre değilim. Kimliğimi korudum, hem aynıyım hem de değiştim. Ne yazık ki, hem kimliğini hem de kültürünü değişmeden koruyan organizasyonlar, saf dışı kalmak zorunda.
Bu sürecin başarıyla geçmesinde liderler ve yöneticiler baş rolde. Nerede başarılı bir değişim süreci varsa, orada kültürün de değiştiğini görüyoruz.
Bu açıdan baktığımızda, PKK’nın giderek marjinal bir oluşuma dönüşeceğini söyleyebiliriz. Çünkü 20 yıldır yeni hiçbir şey söylemeyen, proje üretmeyen, gıdası şiddet olan, halkını aşağılayan, içinde bulunduğu sistemi, yani Türkiye’nin kararlı bir biçimde yöneldiği hedefi göremeyen, yaşadığı coğrafyadaki oluşumları okuyamayan bir lideri ve oturttuğu kültürü sorgulayamayan yöneticileri var. Ya hedef kitlesi aynı olan, ama liderinden bağımsız hareket etmeyi göze alan bir oluşum ortaya çıkacak, ya da PKK kendini dağlara hapseden, anlamsız ve hedefsiz bir örgüt olarak kalacak.
İngiliz Gibi Başlayıp Türk Gibi Bitirmek
Yakın tarihimizde değişimi en iyi yöneten lider Tayyip Erdoğan ve ekibi oldu. Erbakan politika sahnesinde defalarca aynı yere kafasını vurdu. Kurduğu partileri defalarca kapattırdı. Sistemin kendisine tanıdığı fırsatları değerlendiremedi. O da Öcalan gibi ne Türkiye’yi ne de dünyayı anlayamadı. Şu anda 80 küsur yaşında, hapse girmemek için onun bunun kapısını çalarak geçiriyor günlerini. Bu fırsatı Erdoğan çok iyi değerlendirdi. Hem kendini, hem de ekibini yeniledi. Gelmek istediği yerde değil henüz. Ama organizasyonların kültürü de bugünden yarına öyle kolay değişmiyor . O da değişimin bayraktarlığını yapan her lider gibi, örgütünün hem kimliğini korumaya, hem de kültürünü değiştirmeye çalışıyor. İnşallah o da İngiliz gibi başlayıp Türk gibi bitirmez.
İngiliz gibi başlayıp Türk gibi bitirmek bizim kaderimiz. Menderes, Demirel, Özal bu guruba girer. Her üçü de vizyonlarını yönettikleri organizasyona yerleştiremediler. Her üçünün de kurduğu partiler saf dışı kaldı.
Türk Gibi Başlayıp Türk Gibi Bitirmek
Bunun dışındakilerin tamamı Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirdiler veya Türk gibi devam ediyorlar. Bu dediğime en iyi örnek; Ecevit ve Baykal’dır. Ecevit’in İngiliz gibi başladığı rivayet edilirse de, bunun doğru olmadığı eyleminden belli olmuştur. O zamanlar adı “Ortak Pazar” olan oluşuma bizi dahil etmek için gece vakti ayağımıza kadar gelen yetkiliyi, “Yok yaa! Biz Pazar olacağız siz de ortak. Yemezler.” diyerek şoka sokan ben değildim. Sahnede kaldığı onca yılda ikide bir ortaya attığı “Köy-kent” projesi dışında başka bir projeden söz ettiği duyulmamıştır. Tatcher’dan veya Blair’den hiç köy-kent projesi diye bir proje duyduk mu? İyi bir şey olsaydı onlar yapardı. Onlar İngiliz değil mi?
Baykal’ın hali malum. Çok yakında kendisi de partisi de ortada kalmayacak. O Türk gibi başladı Türk gibi devam ediyor. Son seçimleri yapay solunumla, yani Kemal Derviş’le atlattı. Bu seçimleri de genetiğimize sinmiş AKP korkusuyla belki kenarından sıyırır.
Zaten sol oldum olası değişimi yönetemez. Bütün sosyalist yönetimlerin icraatı birer yüz karasıdır. Yakın tarihteki tek istisna Tony Blair ve İngiliz İşçi Partisi. Rus imparatorluğunun, doğu Avrupa’nın geçirdiği süreci yakından izledik. Küba devrimini yapalı 50 yıl oldu. Yani yarım yüzyıl. Devrimini yaptığında Küba şeker kamışı ve puro üretirdi. Hala şeker kamışı ve puro üretiyor. Milli geliri, satın alma paritesine göre 3.500 Amerikan Doları. Türkiye’ninki 7.500 Dolar. Onca yıl şeker kamışını Rusya’ya Şikago Borsası’ndaki değerinin on misli fazlasına sattı. Rusya atom başlıklı füzeleri Küba’ya, yani Amerika’nın burnunun dibine yerleştirdiğinde “hayır” diyemedi. Yani eceli gelen politikacı ne yaparsa onu yaptı. Şimdi korunmaya alınmış, kimsenin tavuğuna kış diyemeden öyle Kelaynak gibi evinde oturuyor. Herkes “Allah gecinden versin ama bir ölse de işimize baksak” diye ölümünü bekliyor. Hüzün verici bir durum.
Neyse içimi döktüm. Yazımda mizahla dışa vuran kızgınlığı anlamışsınızdır. Bu adamlar zamanında hepimizin saygı duyduğu, kimimizin peşinden gidip model aldığı ve görüşleri uğruna öldüğü adamlar. “Davalarına ihanet ettiler” demek kolay. Aslında vizyonları yoktu. Ama ben yine de kendimi kandırılmış hissediyorum. Kızgınlığım bunadır.
Haftaya “travmatik yaşantıdan”, özellikle Öcalan’ın trajik yaşamından söz edeceğim. Sonra da travmaların ilişkilerimize nasıl yansıdığından.
04.09.2005
Benzer İçerikler :
Efendim hayat biter ihanetler bitmez. Söz, bugün bu dosyayı kapatıyoruz. Bugün, aldatayım derken kendimizi nasıl yakalatıyoruz meselesini...
Geçen hafta İstanbul'un dünya metropolleri içinde en güvenli olanlarından biri olduğunu ama bunun böyle devam etmeyeceğini söyledik. İstanbul'un...
Geçen hafta Öcalan’ın Prof. Yalçın Küçük’le 1993’de yaptığı görüşmeden alıntılarla, kendisi için hazırladığı trajik sonun ilk adımlarını ...
Geçtiğimiz hafta, iletişim kuramı perspektifinden hipnozu ele almıştık. Atlamış olanlar için, öncelikle, hipnozun klinik bir yöntem olarak kullanılmasının, ve ...
İlginizi Çekebilir :
Birkaç haftadır sizlere Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde yaptığımız bir dizi araştırmayı aktarıyorum. Bu araştırmaların odak noktası kişilik özellikleri. ...
Figen Hanım büyük bir şirketler grubunda üst düzey yönetici. Yedi yıldır aynı firmada. Herkes onu çok seviyor. Pek çok kişi ona hayran. Yöneticisi aynı zamanda ...
Her yıl bir çok anne çocuğunun bir çok alanda arkadaşlarından geri kaldığını, hiçbir şeyi doğru yapamadığını, “felaket unutkan” olduğunu, yazdığı ...
Kendimizi birileriyle kıyaslamanın, yarışın ve tırmanmanın başarının olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünürüz. “Düşünürüz” demek biraz zayıf...