Emre Konuk

Örgüt Kültürü, PKK ve Öcalan

1900 yılında Amerika’da ilk 100 içinde yer alan firmadan bugün yalnızca 16’sı hayatta. İlk 500 firmanın da yalnızca 29’u listede. Son 15 yılda ise %66’sı liste dışında kaldılar. Bu firmalar endüstri çağından bilgi çağına geçişte değişime ayak uyduramadılar.

Organizasyonların değişimi için geliştirilen belli başlı yaklaşımlar da çoğunlukla işe yaramıyor. Total kalite, Reengineering, küçülme gibi yaklaşımların yalnızca %20’si başarılı. %40’ tümüyle başarısız. Danışmanlık firması Mc.Kinsey’in raporuna göre %66’sı, Ernst and Young’a göre de, değişim programı uygulayan 584 firmanın büyük bir kısmı hedeflerine ulaşamamış durumda. Reengineering girişimlerinin %85’i tam bir başarısızlıkla sonuçlanıyor.

Değişim programı uygulayan bu firmaların içinde başarılı olanların ortak noktası; aynı zamanda örgüt kültüründe de değişime gitmeleri. Tüm değişim stratejilerinin büyük bir enerjiyle uygulanmasına karşın, değerler, düşünme tarzı, yönetim biçimi, sorunlara yaklaşım ve paradigmalarla kimse uğraşmadığı için, yani örgüt kültürü değişmediği için değişim başarısızlıkla sonuçlanıyor.

Değişim sürecini başarıyla geçiren organizasyonların bir kaç ortak özelliği var. İlkin dünyanın nereye gittiğini gören ve değişimin bayraktarlığını yapan bir liderleri oluyor. Lider aynı vizyonu paylaşan en iyi yöneticileri etrafına topluyor. Ekip olarak,yapı ve süreçlerin değişimini planlamanın yanında, örgüt kültürünün değişimine odaklanıyorlar. Literatüre baktığımızda, en iyi koşullarda değişimin yaşama geçmesi 3-5 yıl alıyor. Yani değişim pek öyle bu günden yarına kolay gerçekleşmiyor. İçinde bulundukları sistemi, dünyayı, çevreyi iyi okuyamayanlar saf dışı kalıyor.

Bu Benim Şahsi Davam

Yıllar önce Prof. Yalçın Küçük Öcalan’la yaptığı bir dizi görüşmeyi Cumhuriyet’te yayınlamıştı. Öcalan bu görüşmelerde kendisi, çocukluğu, temel motivleri, davası, aşk ve kadınlar, Kürtler ve daha bir çok konuda onu tanımamıza izin verecek görüşlerini dile getiriyordu. Beni en çok şaşırtan; halkı için savaş verdiğini ileri süren bir liderin, “Bu benim şahsi davam” demesi ve davasının çıkış noktasını çocukluğunda maruz kaldığı, gözlediği şiddete bağlamasıydı. İkincisi ise; kendi halkını ağır bir biçimde aşağılamasıydı. Yani onca insan Öcalan’ın şahsi davası nedeniyle öldürüldü. PKK’nın öldürdüğü insanların büyük bir kısmı Kürt’tür.

Amerika’da zenciler periyodik olarak ayaklanırlar ve ortalığı talan ederler. Ama talan ettikleri kendi mahalleleridir. Hareketleri “şahsi davalarıdır” ve kendilerini aşağı görürler. Bu yüzden yaşam kalitelerini arttırmak için proje üretmezler. PKK da üretmez. Bu güne kadar Öcalan’ın ve PKK’nın ve Türkiye’de kurdukları partilerin, uğruna savaştıkları halkları için bir proje ortaya koyduklarını hiç kimse duymadı.

Yıllar önce Türkiye’deki uzantıları parti kurup TBMM’ne girdiler. Safça sevindiğimi hatırlıyorum. “Eh artık Meclis’e de girdiler, hükümeti, devleti zorlayıp Güneydoğu’ya yatırım için dayatırlar, proje geliştirirler, Dünya Bankasını, Unicef’i filan devreye sokarlar” diye düşünmüştüm. İnsan bazen realiteden kopuyor, inanmak istediğine inanıyor. Dakka bir gol bir, hanımefendinin Kürtçe yemin edeceği tuttu. Kendilerini Meclis’ten attırdılar. “Bu benim şahsi davam” diyen, halkını aşağılayan ve gıdası şiddet olan bir liderleri vardı. Şahsi davasının peşinde olan, şiddetle beslenen, haraçla geçimini sağlayan bir liderin oturttuğu kültür Dünya Bankası ile birlikte proje üretemez.

Tek gıdanız şiddet olduğu zaman dünyanın da nereye gittiğini anlayamazsınız. Onun içindir ki Öcalan zamanında eline geçen tarihi fırsatı değerlendiremedi. Meclis’e soktuğu adamlarının arkasından, eğer akıllı davransaydı kendi de girerdi. Ama Meclis’e girmek, Dünya Bankası’yla filan proje geliştirmek demektir. İnsan aşağıladığı kimseler için niye proje üretir ki. Davası o kadar şahsi ki, yakalanıp getirilirken uçakta gözlerindeki bant açıldığında ilk sözü,”Ben zaten Türk Devletini eskiden beri çok sevmişimdir” mealinde olmuştur.

Adamları yine piyasada. Yine parti kuruyorlar. Yine Meclis’e girmek istiyorlar. Yine projeleri yok. Yıllarca hapiste yattılar. Demek boş oturdular. Eskiden Meclis’e girer, devletin gözünün içine baka baka söyleyeceklerini söylerlerdi. Şimdi kıvırtıyorlar. Midem bulanıyor.

28.08.2005

Benzer İçerikler :

Ergenin Aklı 2

Geçen hafta ergenlerin beyinlerinin gelişimiyle ilgili araştırmaları özetlemiştik. İnsan beyninin gelişimini 12 yaşında tamamladığı düşünülüyordu. Oysa yeni ...

Korku Kültürü - III

Geçtiğimiz haftalarda, bir “korku kültürü”nde yaşadığımızdan bahsetmiş; “korku ticareti”nin psikolojik bir silah olarak, etkilemek ve ...

Mutluluğun Yolları 1

Geçen hafta bizi neler mutlu eder ve neler mutlu etmez üzerinde durduk. Gördük ki,gelir düzeyi bir yere kadar mutluluğumuza katkıda bulunuyor, sonra bir etkisi ...

Fast Food ve Depresyon

“Fast food” hakkında senelerdir pek çok şey yazılır, çizilir. Özellikle fiziksel sağlık bakımından olumsuz koşullar ile ilişkisini ortaya koya...

İlginizi Çekebilir :

Epigenetik İlkeler - II

Geçtiğimiz hafta, insanı ve insan yaşamını çalışanların sorguladıkları başlıca felsefi sorulardan birini ele almıştık: Doğa mı (genetik mi) yoksa yetiştirilme ...

Çekim Meselesi

Bazı okurlar bilirler; bu köşede sıklıkla psikolojik nitelikli ve diğer bilimsel olgulara yer veriyor ve yapılan araştırmalardan faydalanarak bu olguların...

Güvenli Bağlanma 2 (Harlow'un Maymunları 2)

Geçen hafta bağlanmanın doğası, yaşamımızda ne kadar önemli yeri olduğu, bağlanmanın oluşumunda meydana gelecek tersliklerin neye mal olabileceği üzerinde ...

Bilgisayarımdaki Virüs: Travma

Geçtiğimiz haftalarda sizlere çocukluk döneminde fiziksel, duygusal ya da cinsel istismarların yetişkin yaşamına uzanan etkilerinden ve travmanın farklı...