Kolestrol: Bir Masal Daha
Birkaç ay önce fazla kilolu olmakla, yani şişmanlıkla sağlık arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir dizi yazı yazmıştım. Bu konuda bildiklerimizin, daha doğrusu doğru diye bildiklerimizin çoğunun “şehir efsanesinden” öteye geçmediğini görmüştük. Ama en büyük hayal kırıklığımız; “bilimin kalesi” diye bildiğimiz NIH (Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüleri) ve WHO (Dünya Sağlık Teşkilatı) gibi bazı uluslar arası kurumların araştırma sonuçlarının bilinçli olarak çarpıtılmasına aracı olmaları ve çarpıtılan verileri sağlık ve beslenme politikalarını oluşturmada fütursuzca kullanmaları olmuştu. Yani güvendiğimiz dağlara kar yağmıştı.
Bu araştırmanın sonucu, en azından 20 yıldır “kaka” olan yumurtama, hatta günde iki adet olmak üzere kavuşmuş, tereyağını ve kırmızı eti ve daha pek çok “zararlı” maddeyi her fırsatta tadını çıkara çıkara tüketmeye başlamıştım.
Bu arada 10 yılda bir hafif tıkanma eğilimi gösteren damarlarımı Florence Teyze’nin orada icra-i sanat eden Baş Baloncu Vedat Hoca’ya açtırmış, tamamına 500 sene bir daha tıkanmamak üzere Pimapen döşetmiş, bütün bunların bana verdiği manevi güçle zaten pek de düşük olmayan çalışma tempomu da 3’le çarpmıştım.
Bana göre ben vatanına milletine faydalı olmaya çalışan, ilim ve irfanın yol göstericiliğine inanmış, Atatürk’ün izinden giden has bir Cumhuriyet çocuğuna yakışır biçimde davranıyordum. Ama tabii ki bir takım karanlık güçler burada da harekete geçmekte gecikmediler. Konu değişik mahfelerde münakaşa edilip vuzuha kavuşturulduktan sonra piyasalardan destek arandı.
En ilginci arkadaşlarımın ve meslektaşlarımın tutumları oldu. Buradaki çeşitlilik, sıkıştığında ya da işine geldiğinde Türk insanının ne kadar yaratıcı olabildiğini göstermesi bakımından çok öğretici oldu. Aynı temanın varyasyonları olduğundan bu çeşitlemenin ayrıntısına girmeyeceğim.
Beni seven ve düşünen insanlara ve arkadaşlarıma göre “orta yaş bunalımına” girmiştim. En az 25 yıldır bu merete ne zaman gireceğim diye zaten merak edip dururdum. Terapi seanslarından, bu durumdan girenlerin değil giremeyenlerin şikâyetçi olduğunu işitirdim hep. Doğruymuş.
Meslektaşlarım “orta yaş bunalımı” gibi “banal” bir yorum yapmadılar tabii ki. Yakışık almazdı. Çoğunluğu daha çok, belli koşullarda ortaya çıkan “karakter değişimine” işaret ettiler. Aslında kimsenin günahını almayayım, yine de kibar ve ince davrandılar. “Kişilik bozukluğu” filan da diyebilirlerdi. Demediler.
Daha sofistike olanları ise; her insan canlısının ister istemez hesaplaşmak zorunda kaldığı “ölüm korkusuyla” ve “varoluşçu bunalımla” açıkladı durumu. Hatta görüşlerine değer verdiğim bir tanesi; “averaj Türk erkeğinin hiçlikle sınavı” gibi son derece devalüe eden yorumunu bile dinlemek zorunda kaldım. Allah insanı düşürmesin. Neyse ki, “sağlam ve olgun psikolog” rolünü öğreneli çok oldu da takmıyoruz kafaya.
Mesleği hekim olan yakınlarım ise, şahsımla ilgili yaşadıkları paniği hiç belli etmeden, çok kibar bir dille istisnasız ilaç önerdiler. “Bir dörtte birle başla, gerekirse arttırırız” en yaygın yaklaşımdı. Sevilmek ne kadar güzel bir his.
Tabii salim kafayla düşününce hak vermemek elde değil. Sen durup dururken yumurta, et, tereyağı yemeye başla, kolesterole kafayı takma, kolesterol ilacını kes, uyarılara kulak verme, çok çalış, çok yorul, işinden keyif al, enerjin yerinde olsun, yüzün gülsün. Kolay hazmedilir bir durum değil.
Neyse, biraz da abartılı gırgır bir tarafa, o zaman “kafayı şimdi de kolesterole taktım” demiştim. Aynı, “fazla kilo-hastalık” meselesinde olduğu gibi, kolesterol meselesinde de araştırmaların, doğruların, verilerin ciddi bir biçimde çarpıtıldığını, beslenme politikalarının bu çarpık zemine dayandırıldığını gördüm.
Yer kalmadı. Haftaya “Kolesterol Masalını” irdeleyeceğiz.
14.08.2009
Benzer İçerikler :
Geçtiğimiz hafta, iki dillilik/çok dillilik ve beyin gelişimi üzerine konuşmuş, iki dil öğrenerek yetişmenin birtakım bilişsel becerilerin gelişimine belirgin ...
Geçtiğimiz haftalarda hatırlarsanız sizlere, nasıl oluyor da bazılarımızın bizi üzdüğünü, yıprattığını hatta zarar verdiğini bile bile, aynı erkekleri ya da ...
Geçtiğimiz hafta motivasyon konusuna giriş yapmıştık. Çarpıcı bilimsel çalışmalara rağmen onlarca yıldır meselenin doğru anlaşılamadığına, motivasyon hakkında ...
Geçen hafta Öcalan’ın Prof. Yalçın Küçük’le 1993’de yaptığı görüşmeden alıntılarla, kendisi için hazırladığı trajik sonun ilk adımlarını ...
İlginizi Çekebilir :
1999 Marmara Depreminden sonra bölgeye giden meslektaşlarımız çok ilginç bir durumla karşılaşmışlardı. Aslında bu, hiç beklemediğimiz ya da bizi çok şaşırtan ...
Son iki yazımızda, yaşamlarını geçmişte yaşadıkları travmatik süreçlerin etkisinde sürdüren, kendileriyle ilgili tanımlarını ve duygularını (ben sevilmem,...
İnsan denen yaratık çelişkiyi sevmiyor. Beyin, duygularla düşünceler arasında, düşüncelerle davranışlar arasında bir çelişki olmamasına gayret ediyor....
Geçtiğimiz hafta, empati ve empati ile ilişkili yardım etme davranışı üzerine konuşmuştuk. Her zaman, her durumda, herkese karşı aynı seviyede empa...