Emre Konuk

Kalabalığın Aklı

Bugün dananın kuyruğu kopuyor. Bir rivayete göre fazla heyecan yapmamamız gerekiyor. Çünkü inanmamız gerekir ki Türk insanı her seçimde olduğu gibi bu sefer de aklını ve sağduyusunu harekete geçirecek ve seçimini ona göre yapacaktır.

Gerçi çocukluğumdan beri beni yönetenlere baktığımda kafam biraz karışıyor. Şöyle gerilere gidip “kimler geldi kimler geçti” diye bir bakayım dedim. İlk hatırladığım Adnan Menderes. İki resim var: Biri Kızılay Meydanı’nda, arabasından dışarı çıkmış, kalabalık tarafından tartaklanıyor. Yakası bir tarafta kravatı bir tarafta. İkincisi de darağacında. O sıralar ortaya çıkıp “yakında seçime gidiyoruz” deseydi, hem kendini kurtarırdı hem de askeri darbe geleneği başlamamış olurdu.

İsmet Paşa’ya doğrusu hep yakın hissetmişimdir kendimi. Ruh sağlığı en sağlam politikacıydı. İlkelerinden taviz vermezdi. Ağzını bozmadı, belden aşağı hiç çalışmadı. Mevhibe Hanım’la haftalık konserlerine giderlerdi. Yaz gelince denize çivileme atlaması meşhurdu. Ülkeyi demokrasiye geçirmesi belki de en büyük katkısıydı.

Demirel’i işlediği günahlardan ötürü affedemiyorum. Ecevit’le yıllar boyu süren didişmesi, çok güzel ve etkili bir cevap verdiğinde başını yana ve yukarı çevirmesi ve gözlerinde hep bu durumlarda gördüğüm zafer parıltısı, Türkiye’nin kutuplaşmasına katkısı, seçim meydanlarında buğday fiyatına rakipler ne veriyorsa onun daha da fazlasına söz vermesi, yine bir seçim yatırımı olarak emekliliği 40 yaşına çekmesi ve bütün bunları “hesap adamı” olmasıyla övünerek, yani neye mal olduğunu bilerek yapması kendisine olumlu duygular beslememi engelliyor. Tanrı affetsin.

Ecevit’e nedense fazla kızamıyorum. Belki Demirel’de algıladığım hastalıkların onda olmayışındandır. Çok uzun yıllar politika yaptı. Kendini hiç geliştirmedi, hiç değişmedi. Türkiye’nin AB’ye girmesini engelledi. Bir evin içinde yarım düzine kedi, günde 40 bardak çay ve Rahşan Hanım’la yaşadı. “Köy-kent” projesi dışında hiçbir projeden söz etmedi, sosyal demokrattı ama kendi partisinde demokrasiye izin vermedi, konsere, sinemaya, gece kulübüne gitmedi, hiçbir kadınla flört etmedi, hiç gülmedi.

İsmet Paşa’nın Türkiye’ye demokrasiyi getirmesinden sonra en köklü değişikliğe yol açan siyasetçi oldu. Ondan sonra herşey değişti. Özal bir sosyal demokrat olsaydı, paranın nasıl kazanılacağı ve nereye harcanacağı ile ilgili olarak değerlerimiz, çok farklı olurdu. Değerlerin yozlaşmasına hiç müdahale etmedi. Tabii bilinmez ama yine de sevabı bence günahından çok fazlaydı.

Erdoğan sahneye çıktığından beri ekonomiyi ve dış siyaseti iyi yönetti. Partisini merkeze oturtmak gibi, gerçekten zor olan projesine ivme kazandıramadı, iyi pazarlayamadı. Eğer başarırsa, yani partisinin gerçek bir merkez partisi gibi algılanmasını sağlarsa, bence üçüncü köklü değişikliği sağlayan politikacı olur ve Türkiye’de din ekseni etrafındaki tartışmalar ve kavgalar biter.

Diğer politikacıları da sıraladığımızda Türk milletinin ortak aklının seçimlerde bazen isabetli kararlar aldığını bazen de sapıttığını söyleyebiliriz. Bu sonucu Türk milletine iletsek, herhalde “politikacı vardı da seçmedik mi” diyecektir.

Bir de tabii sağduyudan ne anladığımız da önemli. Bir egzersiz yapalım:
1. AKP dışında üç parti; CHP, MHP ve DP meclise girer.
Sağduyu: Türk Milleti yine sağduyusunu gösterdi. Mecliste güçlü bir muhalefet yaratarak AKP’nin denetim altına alınmasını sağladı.

2. AKP tek parti olarak iktidarı elde etti.
Sağduyu: Türk milleti yine sağduyusunu gösterdi. Ülkeyi tekrar koalisyon girdabından kurtardı. AKP’ye bir şans daha tanıdı.

3. Hiçbir parti tek başına iktidar olamadı. Koalisyona gidilmesi gerekti.
Sağduyu: Türk milleti yine sağduyusunu gösterdi. Partilere ve liderlere şu mesajı verdi: “Artık uzlaşma kültürünü geliştirme zamanı geldi. Oturun ve memleket meseleleri etrafında anlaşmaya varın, yoksa AB’ye filan almazlar bizi” dedi.

Eminim Türk insanı bu seçimde de ortak aklını çalıştıracaktır.
22.07.2007

Benzer İçerikler :

Müşteri Bağlılığı - IV

Geçtiğimiz haftalarda müşteri bağlılığı konusunu ele almış; bağlılığı sağlamanın püf noktalarından biri olan minimum müşteri eforu stratejisinden bahsetmiştik. ...

Hayatın Tuzakları

Geçtiğimiz haftalarda sizlere özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmaların ya da başka türlü ifade edecek olursak; fiziksel, duygusal ya da cinsel ...

İşim, Eşim, Kişiliğim 2

Geçen hafta sizlerle Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde meslektaşlarımla birlikte cevabını aradığımız soruları ve araştırma sonuçlarını paylaşmıştım. Temel ...

İşte Mutluluk - IV

Birkaç haftadır, iş ve mutluluğun birbirini dışlayan hayat alanları olduğuna yönelik miti tartışıyor, "akış deneyimi"ne elveren koşullar sağlandığı ...

İlginizi Çekebilir :

Döngüleri Kırmak 2

Geçen hafta, nerede kronik hale gelmiş, aşılamamış bir sorun varsa orada sorunu aşmak için bulduğumuz çözümün ya da çarenin kendisinin sorun haline...

İstanbul Nereye?

Geçen hafta yanına yaklaşılmaması, daha doğrusu uzak durulması gereken kadın ve erkeklerden söz etmiştik. Aslında daha önce yayınlanmış bir yazıydı. Ama ...

Müşteriler Neden Markalarla Evlenir

Geçen hafta Marka evliliğinden, daha doğrusu markayla evlenmekten söz ettik. Deyim çok yerindeydi çünkü evlilik demek, bağlanmak yani duygusal bağlar...

Akıldışının Cazibesi - Son Söz

Bildiğiniz gibi, bir süredir, insanın irrasyonel tarafı üzerine konuşuyor; sıklıkla inkar edilen bu yönümüzün, hayatımızdaki yansımalarına değiniyor ve çeşitli ...