İletişim Kuramı Perspektifinden Psikanaliz
Bir süredir iletişim kuramı çerçevesinde çeşitli konuları ele alıyoruz. Bugün yine iletişim kuramı perspektifinden bir başka merak uyandıran konuya, psikanalitik psikoterapiye, değineceğiz. Bir not düşmekte fayda var: Psikanaliz ve psikanalizin türevi psikanalitik psikoterapiler, teorik bakımdan çok zengin ve üzerine pek çok şey söylenebilecek olan başlıklar. Biz ise bugün yalnızca iletişim kuramı paralelinde psikanalitik ekolden konuşacağız.
Devam etmeden, daha önceki yazılarımızda yer verdiğimiz bir açıklamayı yineleyelim: İletişim kuramı, en genel tanımıyla, insan ilişkilerini, psikopatolojiyi (psikolojik sağlık sorunlarını), ve psikoterapiyi, kişilerarası ilişkiler bağlamında ve iletişim biçimleri üzerinden inceleyen bir yaklaşım. İnsanı, içsel psişik deneyimleri sınırlarında değil, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel alanlar ve ilişkisel bağlamlar içerisinde değerlendirmenin önemini vurgular. Başka bir deyişle, bireyin davranışlarının anlaşılmasının, yalnızca, bireyi, kişilerarası alandaki ilişkileri ve bu ilişkileri belirlemek üzere kullandığı iletişim biçimleri ile bir bütün halinde görerek mümkün olduğunu savunur.
İletişim kuramı ve psikanalitik ekollerin; insana, ilişkilere, psikopatolojiye ve psikoterapiye dair varsayımları, bazı bakımlardan benzerlik gösterse de, genel olarak oldukça farklı, ve iletişim kuramının psikanalize ve psikanalitik terapilere dair eleştirel bir bakışı var. İletişim kuramının aksine, psikanalitik ekole göre, psikoterapide üzerinde durulması gereken başlıca konu, kişinin gözlemlenebilir iletişimsel davranışlarından ziyade, içsel psişik yaşantılarıdır. Kişinin duyguları, fantezileri, çağrışımları ve rüyalarıyla ilgilenir. Öte yandan, bundan psikanalitik ekollerin ilişkiler üzerinde durmadığının anlaşılmaması gerekir; zira, terapi sürecinde özellikle analist ve analizand/hasta (bunlar, psikanalitik ekolün danışan için kullandığı tabirlerdir) arasındaki ilişkiye odaklanılır. Bu ilişkinin, kişinin hayatındaki önemli figürlerle kurduğu ilişkileri yansıttığına; yani hastanın analistle bir “aktarım ilişkisi” kurduğuna inanılır ve psikoterapi sürecinde bu ilişki üzerinden çalışmak çok öncelikli bir yer tutar. Bununla birlikte, hemen altını çizelim; aktarım ilişkisi üzerinden çalışılan, esas olarak kişinin içsel psişik yaşantılarıdır.
İletişim kuramına göre, tüm psikoterapiler gibi, psikanalitik psikoterapi de, özünde, bir iletişim sürecidir ve terapide kişide eğer bir değişim gerçekleşiyorsa, bunun, terapistle arasında deneyimlenen gözlemlenebilir iletişimsel davranışlarla ilgili olduğu kabul edilir. Hatırlarsanız, iletişim kuramının, kişinin kendisini anlamasını, yani içgörü kazanmasını, yalnızca ilişkisel alandaki yeniliklerin bir “yan ürünü” olarak değerlendirdiğini, değişim sağlayan bir unsur olarak kabul etmediğini söylemiştik. Psikanalitik ekollere göre ise, içgörü, değişimin başlıca önkoşulu.
İletişim kuramı perspektifinden psikanaliz ve psikanalitik psikoterapilerde analist ile hasta arasında gelişen ilişkiye değinecek olursak, tümleyici (hiyerarşik), hatta birçok kez tümleme-ötesi bir ilişkiden söz edebiliriz. Hatırlarsanız, daha önce, bir kişinin ilişkiyi tanımlamak, yani belli bir çerçevede yapılandırmak amaçlı söylemlerini ve davranışlarını “manevra” olarak tanımlamış; diğer tarafın manevralarını kontrol ederek ilişkiyi kontrol eden kişilerin, tümleme-ötesi ilişki kurduklarını belirtmiştik. İletişim kuramına göre, analist, çeşitli manevralarla kişinin davranışlarını kontrol eder, ancak kontrol ettiğini yadsır. Örneğin, daha ilk seanslardan, kişiye, istediği konuda konuşabileceği mesajını verir. Bu, aynı zamanda, kişinin ne konuşacağını kendisinin belirleyeceği anlamına gelir. Çünkü danışana daha en başta “ne istersen konuşabilirsin”, diyerek seansta nelerin yer alabileceğini belirlemiş olur. Daha açık bir şekilde söyleyecek olursak, analist, kontrolü hastaya bırakır gibi gözükse de, onu seansın yönünü belirlemeye yönlendirerek, ilişkiyi tümleme-ötesi bir biçimde kontrol eder.
İletişim kuramına göre, psikoterapi ortamında terapistin tümleyici (hiyerarşik) ilişkinin “ikincil” (ast) konumunda bulunması olağan değildir; terapist, çeşitli manevralarla ilişkiyi hep kontrol eder. Eğer terapistin herhangi bir zamanda ikincil konumda göründüğü bir ilişki var ise, bu, yalnızca, terapistin ilişkiyi tümleme-ötesi bir düzeyde kontrol etmekte olduğu anlamına gelir.
Terapistin kimi zaman ikincil konumda bulunmaya razı olması gerekir; terapist, hastanın/danışanın “üstün” konuma geçmesine izin verebilmelidir. Dikkat çektiğimiz üzere, bu, terapistin kontrolü bırakması değil; aksine, kontrolü vererek ilişkiyi kontrol etmesi, yani aslında ilişkide “birincil” konumda olmayı sürdürmesidir. İletişimsel bakımdan değerlendirdiğimizde, psikanalitik ekol, hastadan herhangi bir şekilde davranmasını talep etmez; hasta “üstün” bir konuma geçmeye çabaladığında buna izin verir ve bunun aracılığıyla ortaya çıkan ruhsal malzeme ile çalışır. Hasta, kontrole geçmeye çalıştığında, analistin soru ve yorumlarına karşı çıktığında, yani işbirliği yapmadığında, bu, analiste karşı kişisel bir tepki olarak değerlendirilmez; söz konusu yaşantıya dair derinlere inmeye veya değişmeye direnç olarak kabul edilir. Psikanalitik süreç ilerledikçe hastanın da kendi duygu, düşünce ve davranışlarını alışageldiğinden farklı bir biçimde yorumlaması beklenir. Örneğin, bir sorusu üzerine terapistini terslediğinde, aslında neden terslediğini, bu sorunun içsel psişik dünyasında nereye temas ettiğini irdeleyerek samimi bir biçimde fark etmesi arzu edilir.
İletişim kuramının aksine, psikanalitik ekole göre, kişinin savaşımı öncelikle kendi kendine verilen, içsel bir savaşımdır. Başka bir deyişle, ilişkiselden ziyade, kişiseldir. Buna paralel olarak, iletişim kuramı, kişinin farkında olmaksızın ilişkilerini kontrol etmek için semptomlar geliştirdiğini savunurken, psikanalitik ekole göre semptomların sağladığı herhangi bir ilişkisel ayrıcalık, yalnızca bir ikincil kazançtır.
Kaynaklar
Haley, J. (1972). Strategies of Psychotherapy. New York, NY: Grune Stratton.
Haley, J. (1987) Problem Solving Therapy. Wiley.
Watzlawick, P; Bavelas, J; Jackson, D. (1967). Pragmatics of Human Communication; A Study of Interactional Patterns, Pathologies and Paradoxes.
13.07.2012
Benzer İçerikler :
Geçen hafta, burçlarla kişilik özellikleri arasında bir ilişki olup olmadığını araştırdığımız bir çalışmayı özetlemiştik. Hiç bir burcun hiç bir kişili...
Bildiğiniz gibi bir süredir çeşitli sosyal etki unsurları ve ilgili ikna stratejileri üzerine konuşuyoruz. Son olarak geçtiğimiz hafta, insanların kişisel ...
Geçtiğimiz haftalarda, bir “korku kültürü”nde yaşadığımızdan bahsetmiş; “korku ticareti”nin psikolojik bir silah olarak, etkilemek ve ...
Bazı okurlar anımsarlar; geçtiğimiz senelerde, egzersizin beyin üzerindeki çok çeşitli etkilerini konuşmuştuk. Birçoğumuzun kolunu kıpırdatmakta güçlük çektiği ...
İlginizi Çekebilir :
Son iki yazımızda, iletişim kuramı perspektifinden çift ilişkilerinden bahsetmiştik. Eşler arasındaki çatışmaların esas olarak ilişkide hangi kurallara...
Daha önceki yazılarımızda, insanın tamamen rasyonel bir varlık olduğu varsayımı üzerine konuşmuş, bu varsayımın, bilimsel arka planının zayıflığından v...
Geçtiğimiz hafta, ideal yaklaşımı benimseyen öğretmen ve okulların uygulamada kullandıkları yöntemlerden bahsetmiş ve yaklaşımlarının, geleneksel yaklaşıma...
Birkaç haftadır, iş ve mutluluğun birbirini dışlayan hayat alanları olduğuna yönelik miti tartışıyor, "akış deneyimi"ne elveren koşullar sağlandığı ...