Hepimiz Aynı Kurbanların Kurbanlarıyız
Geçtiğimiz haftalarda hatırlarsanız sizlere, nasıl oluyor da bazılarımızın bizi üzdüğünü, yıprattığını hatta zarar verdiğini bile bile, aynı erkekleri ya da aynı kadınları seçtiğimizi, benzer ilişki ağları içersine girdiğimizi ve bunların ipuçlarını görmekte güçlük çektiğimizi, ya da görsek bile göz ardı ettiğimizi anlatmıştım. Bunu da “davranışları tekrarlamaya zorlanma” veya gâvurcasıyla “repetition compulsion” terimi ile açıklamıştım.
Gerek literatür, gerekse klinik pratiğimiz, bu gibi ilişkiler içine giren kişilerin geçmişte istismar edildiğini gösteriyordu. Yani geçmişte fiziksel, ruhsal ya da cinsel olarak istismar edilen kişilerin büyük bir çoğunluğu ya kurban rolüne bürünüp zarar verici ilişkileri sürdürüyordu ya da saldırganla özdeşleşip zarar veren taraf, ya da cellâdımız oluyordu.
Bir kitapta okumuştum; yazar çocukluğunda şiddete maruz kalan kişilerin yetişkinlikte eşlerine, çocuklarına veya diğerlerine şiddet uyguladığını ve rasyonelini anlatırken şöyle diyordu; “hepimiz aynı kurbanların kurbanlarıyız”. Yani çocukken annenizden dayak yediniz ve yetişkin yaşamda çocuğunuzu dövüyorsunuz gibi. Şüphesiz yazarın bu söylediği, günlük hayatta karşılığı olan bir şey; yetişkin olarak istismar edenlere ya da sürekli benzer şekilde istismar edilenlere baktığımızda, geçmiş yaşamlarında bir ”istismar”ın olması çok olası. Başka türlü diyecek olursak; geçmişte yaşanan travmatik bir olay, bugünümüzü ve geleceğimizi ciddi biçimde etkileyebiliyor.
Önümüzdeki bir-iki hafta boyunca size klinik olarak “travma” diye adlandırdığımız süreci, etkisini ve zihinsel olarak nasıl bir işleyişin olduğunu anlatacağım. Ama öncelikle yazarın kısmen doğru bulduğum “hepimiz aynı kurbanların kurbanlarıyız” sözünü karşı açıdan, yani bir antitez öne sürerek değerlendirmek isterim. Yukarıda da söylediğim gibi evet, geçmişte istismar edilen bazı kişilerin ileride de kurban edici roller ya da saldırganla özdeşleşerek istismar yaşantılarını sürekli kıldıkları doğru ama ya diğerleri?
Çocukluğunda annesi tarafından fiziksel ve duygusal istismara maruz kalmış, babası tarafında ihmal edilmiş bir danışanım var. Bu yaşantıları dolayısıyla büyük ızdırap çekiyor, hatırladıkça gözyaşlarına boğuluyor, bir türlü bu yaşadıklarını hazmedemiyor ve etkisinden kurtulamıyor. Evli iki çocuk annesi, üniversite mezunu, meslek sahibi, orta yaşlarında bir bayan. Yıllar öncesi yaşadığı bu olayları anlatmak bile ona çok güç geliyor. Tüm bunları hala bu kadar canlı yaşarken aile ilişkilerine, özellikle de çocuklarıyla ilişkilerine baktığımızda, yukarda bahsettiğim tekrarın olmadığını görüyoruz. Eşiyle, özellikle de çocuklarıyla gayet iyi ilişkileri var. Çocuklarına bırakın şiddet uygulamayı, pek çok anne ile karşılaştırıldığında çok daha özenli davranıyor. Bazılarınızın “eh Emre Bey bu da diğer uçta bir davranış, çocukken kendisi dayak yediği için kendi çocuklarının üstüne titriyor” dediğinizi duyar gibiyim. Evet çocukken kendisi şiddet gördüğü için kendi çocuklarına karşı oldukça hassas ama diğer uçta değil. Çocuklarıyla sınırlarını ve mesafesini her zaman koruyor, yeri geldiğinde “hayır” diyor ama bunu sözel iletişim kurarak yapıyor.
Fiziksel şiddet, sözel olarak ifade edilemeyen, ya da kontrol edilemeyen öfkenin, uygun olmayan bir şekilde dışavurumudur.
Danışanımız henüz yaşamının başlarında, öfke ve benzeri olumsuz duyguların ifadesini bu şekilde deneyimlemiş olmasına rağmen, yetişkin yaşamında kendi ilişkilerinde bu döngüyü kırabiliyor. Yani danışanım uygun olmayan bir şekilde, ifade edilmiş öfke veya benzeri olumsuz duygularını, zamanla sözel olarak uygun bir şekilde ifade etmeyi öğreniyor ve bunu öğrenme yaşam deneyimleriyle pekiştiriliyor.
Peki nasıl oluyor da çocukluğunda istismar edilmiş bazı kişiler, yetişkin yaşamlarında sürekli istismarın etrafında bir yaşam sürdürürken, bazı kişiler tam tersi etkin ilişkiler kurabiliyorlar? Bunun cevabını mesleğimizde bir klasik haline gelmiş bir cümle ile ifade edeyim “Her insan parmak izi kadar birbirinden farklıdır”. Yani bireysel farklılıklar. Bu bireysel farklılıkların içine sosyal çevremizden tutun da, yaşam koşullarımız, aldığımız eğitim, ikili ilişkilerimiz, mizacımız, kişilik özelliklerimiz ve zihinsel kapasitemize kadar bizi biz yapan pek çok kişisel özellik ve deneyim giriyor. Travma ve travmayla baş etme söz konusu olduğunda bu bireysel farklılıkların etkisini sıkça görüyoruz. Ancak buna geçmeden önce travmanın ne olduğuna, nasıl bir süreç olduğuna bakmamız gerekiyor, ama haftaya…
Kaynaklar
Yazıların sonunda, değindiğimiz konuları en iyi biçimde özetleyen kaynakları her zaman olduğu gibi vereceğim.
Üzerinde durduğumuz temaların belirlenmesi, kaynakların taranması ve bazı ayrıntıların işlenmesiyle ilgili olarak meslektaşım Psikolog Hejan Epözdemir’e teşekkür ederim.
14.16.2009
Benzer İçerikler :
Efendim hayat biter ihanetler bitmez. Söz, bugün bu dosyayı kapatıyoruz. Bugün, aldatayım derken kendimizi nasıl yakalatıyoruz meselesini...
Önce öğreniyorlar. Annelerle sık bir araya geliniyor. Eğitmenlerin hepsi travma eğitimi almış. Bilgilendiriyorlar. Terapi yok. Çocuklar ve anneler “sahip ...
Malum küresel kriz, tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de ciddi biçimde etkiledi. Ne yazık ki hala da etkilemekte. Hizmet verdiğimiz pek çok şirket, ...
Geçtiğimiz hafta, liderlerin kendi yeteneklerine odaklandıkları gibi, çalışanların da yeteneklerine önem vermeleri gerektiğinin üzerinde durmuş, büyük ölçekli ...
İlginizi Çekebilir :
Geçen hafta İK’nın stratejik ortaklığı meselesini irdeledik. Özetle şöyle dedik: 1. Yönetimler İK’yı stratejik ortak olarak görmüyorlar. 2. ...
Geçtiğimiz haftalarda, insan ilişkilerini, psikopatolojiyi ve psikoterapiyi kişilerarası ilişkiler bağlamında ve iletişim biçimleri üzerinden inceleyen bir ...
Geçen yüzyılın daha başlarında Freud, psikolojik sorunların nasıl ortaya çıktığını formule ederken temelde şöyle düşündü: Çocuk içgüdüleriyle doğ...
CCL’in (Center for Creative Leadership) “başarılı yöneticiler” ve “inişe geçen” yöneticilerle yaptığı araştırmayı özetlemeyi bu ...