Günahlarımızdan Arınırken
Geçen hafta yazımızda 1 Mayıs “katliamında”, daha doğrusu 12 Eylül’e giden yolda mağdur olanların pek de öğle sütten çıkmış akkaşık olmadıklarının tartışılmaya başlandığından söz etmiştik. Asker günahlarından arınırken, anlaşılan sıra sola gelmişti. Arınma her zaman sancılı bir süreçtir. Bireysel formu terapistle yürür. Orta yerde olursa çatışmalar dışarı yansır. Madem başladı, çorbada bizim de tuzumuz bulunsun.
Yıl ’68-’71 arası. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde işgal var. Asker kampüsü sarmış, içerde metre kareye 5 sivil polis düşüyor. Eşitlik, adalet istiyoruz ve sömürüye ve emperyalizme karşıyız. Ama bu özlemi kişisel yaşamımıza bir türlü yansıtamıyoruz. Ev işlerini ve yemekleri ve daha pek çok şeyi kızlar yapıyor, biz vatan kurtarıyoruz. Kızlar da boş vakitlerinde bize katılıyorlar. Kitap okumak yasak. “Felsefenin İlkeleri” (yazarı Fransız, işçiler için yazmış, kolay anlaşılıyor, yanlı ve yanlış bir metin) best-seller durumunda. Varyantlarına tahammül ediliyor ama başka her kitap yasak. Yakalandığımızda, “Abi düşmanını iyi tanıyacaksın” diyor sıyırmaya çalışıyoruz. Sevmek, aşık olmak “burjuva alışkanlığı”. Sevişmek serbest olabiliyor. Allahtan o burjuva alışkanlığı olarak tanımlanmıyor. Neden acaba?
Deniz Gezmiş İstanbul’da işler yavaşlayınca arada bir ziyaretimize geliyor. Devrim henüz mobilize olamamış durumda. Gazanfer bilge 15 TL. Geceden biniyorsun, sabah Ankara’dasın. Bu arada kantinde Fruko kapağından Volkswagen çıkıyor. Çok seviniyoruz ve Devrim ilk defa mobilize oluyor. Hemen proje geliştiriliyor. İstanbul’u besleyen kırsal kesimde örgütlenilecek ve bir anda İstanbul’un besin kaynağı kesilecek. Bu arada işçi sendikaları da ayaklanacak ve devrim tamamlanacak. Pilot çalışma Çarşamba ovasında başlayacak. Volkswagen de bizi devrime taşıyacak. Şimdi komik gelebilir ama bu çok ciddi bir projeydi.
Bu gelişlerin birinde Deniz şehir gerillasını, Sinan Cemgil de kır gerillasını başlatma kararı alıyor. Bu karar bir toplantıda alınıyor. Ertesi günü öğreniyoruz. Bir kısmımızın kafasında sorular: Gündüz banka soyup gece Ortadoğu’nun yurdunda nasıl kalınır? Nurhak’ta 3 kişi ne yapabilir? Bütün bu kararları herkes bildiğine göre, buna devlet de dahil olduğuna göre neden yakalanmazlar? Deniz bu soruya cevabı; ”Benim ölüm devleti daha çok korkutur” oluyor. Ama bunları konuşmak, eleştirmek mümkün değil. Kantinlerde masalar fraksiyonlar tarafından kapatılmış. Eğer söyleyecek bir sözün varsa, önce kantinde kendine birini yerinden edip kendine bir masa edineceksin. Bunlar kolay işler değil. Silahlanacaksın. Memleketten gelen üç beş kuruşla, kıçı kırık VosVos’la devrim mevrim yapılmaz. Yani sermaye lazım. Eh onu da birileri temin ediyor. İşte burası zurnanın zırt dediği yer.
Eniştem Suphi Karaman. 1960 Darbesini yapanlardan ve Milli Birlik Komitesinde. O sıralar da TBMM’de Tabii Senatör olarak bulunuyor. “Keşke yapmasaydık, onlar seçime çaresiz gideceklerdi” demiştir sonraları. İyi bir Demokrat. Parlementer rejime inanıyor. Ve birkaç arkadaşıyla “gençleri”, yani Deniz, Sinan, Mahir ve diğerlerini girilen yoldan döndürmeğe çalışıyorlar. Ben de Suphi Enişte’ye olan biteni anlatıyorum. Bir gün eski ihtilalci arkadaşları tarafından bir toplantıya çağrılıyor. Toplantıda İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, eski ihtilalci arkadaşlarından bir kaçı ve sonradan MİT görevlisi olduğu anlaşılan Mahir Kaynak var. Eskiler bilir, o zamanın güçlü akımı MDD, yani Milli Demokratik Devrim idi. Slogan ise “Sivil Asker Elele”. Toplantıda örgütlenmenin tamam olduğu, Baas Partisinin tüzüğünü çevirdiklerini (Daktiloyla yazılmış bir nüsha veriyorlar), bakanlıkları paylaştırdıklarını söylüyorlar. En komik olanı, Deniz’in Spor ve Gençlik Bakanı olması idi. Ordu komutanlarının işin içinde oldukları da ekleniyor. Suphi Enişte “Ben Demokrasiye inanıyorum, darbe çözüm değil, Baas modeli faşizmdir” diyor ve ekliyor: “Böyle darbe olmaz, bu yaptığınızı MİT biliyordur. Hemen bir dernek kurun ve legalize olun, belki canınızı kurtarırsınız, ben yokum” diyor ve gidiyor. 71’de darbenin kenarından dönülüyor ve muhtıra ile yetiniliyor. İlhan Selçuk ve diğer siviller, Kuvvet Komutanları yargıya götürülemediği için bu işten sıyırıyorlar. İlhan Selçuk’un Ziverbey hikâyesinin arka planı budur. Kendisi hiçbir zaman demokrasiye inanmamıştır.
Hadi bir hikaye daha anlatıp bitireyim. “Sağcıların” karargahı Cağaloğlunda MTTB binası (Milli Türk Talebe Birliği). Bizimkisi ise, Tünele yakın, İsveç Konsolosluğunun yanında. Taksim’de miting var. Toplantıda strateji konuşuluyor. Provokasyona gelinmeyecek, şiddet kullanılmayacak, sloganlar vs. Toplantıda bulunanlar mitinge yön verecek olan tayfa. Tam dağılırken, birkaç kişinin kalması istendi. Biz çıktık. Ben arkadaşımı bekledim. Biraz sonra Taksim’e yola koyulduk. Miting düzgün giderken birden silahlar patlamaya başladı. Arkadaşım iç cebinden bir fitilli bomba çıkardı. Tabii bir elinde bomba, bir elinde kibrit olunca ateşleyemedi ve bana ateşlememi söyledi. Neyse bomba bir tarafa biz bir tarafa kaçtık. Arkadaşımı her vukuatta içeri aldıklarından kız arkadaşıyla birlikte bir akraba evinde birkaç gün sakladım. Sonra da vakit geçirmeden everdik, Allah bağışlasın nur topu gibi çocukları oldu. Bombayı veren Aydınlık ekolünün başıydı ve kendisi şu anda Ergenekon ya da Balyoz’dan içerdedir.
Sözün özü: Sol Türkiye’de hiçbir zaman demokrasiye, inanç ve düşünce özgürlüğüne, bireyin haklarına, girişim özgürlüğüne inanmamıştır. Devletle kapışmış ama paradoksal bir biçimde devlet solu hep yönlendirmiştir. Hem ideolojisini, hem eylemini. O sıralar Deniz; “Biz Mustafa Kemal’in yarım bıraktığını tamamlıyoruz” derdi. Atatürk hiçbir zaman solcu olmadı.
17.05.2012
Benzer İçerikler :
Geçtiğimiz haftalarda sizleri, birçoğumuzun ısrarla kabul etmek istemediği irrasyonel tarafımızla yüzleşmeye davet etmiş; sanılanın aksine, akıldışının ...
Geçen hafta sizlerle Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde meslektaşlarımla birlikte cevabını aradığımız soruları ve araştırma sonuçlarını paylaşmıştım. Temel ...
Geçen hafta sizlere zihnimizin inançlar karşısında kanıtları bile nasıl göz ardı edebildiğini gösteren bazı olay ve çalışmalardan söz etmiştim. Buna en iyi...
Geçen hafta çocuğun içgüdüleriyle doğduğunu, içgüdülerinse tanımı gereği sınır tanımadıklarını ve hedefin anında doyum olduğunu söylemiştik. Oysa aile yaşamı ...
İlginizi Çekebilir :
Geçen hafta Festinger’in “Zihinsel Çelişki” ya da “Zihinsel Tutarsızlık” diyebileceğimiz teorisinden söz ettik. Bir iki de...
Yirmi otuz yıl önce seanslara evlilik sorunları pek az yansırdı. Daha doğrusu, “evliliğimizle ilgili sorunlarımız var, onun için geldik” diyenlerin ...
Nedeni Yanlış Anlamak II Geçen hafta sizlere, insanların nedensel çıkarımlarda bulunurken yaptıkları bazı hatalardan bahsetmiştim. Bu hafta, bu mantık ...
Genellikle sorulur: Nasıl oluyor da bir Hizbullah üyesi evinin bodrumunda bir insanı işkenceyle öldürüp, parçalara ayırıp gömüyor, sonra da, hiç bir şe...