Epigenetik İlkeler - III
Son iki haftadır, insana dair çok tartışılan"doğa mı (genetik mi) yoksa yetiştirilme mi (çevre mi)?"sorusundan bahsediyor ve bu meşhur soruya bir yanıt olarak bilim dünyasında giderek değer kazanan 'epigenetik ilkeler' üzerine konuşuyoruz. Devam etmeden önce birkaç önemli noktayı hatırlatalım:
Epigenetik ilkelere göre, genler kendi kendine yaşamsal ifade bulamaz. Herhangi bir fenotipik özelliğin oluşumu, istisnalar hariç, sahip olunan genotipin mutlak bir sonucu olarak değil, çevresel unsurların genleri nasıl etkilediğine bağlı olarak gelişir. Var olan çevresel koşullar, bir biyolojik potansiyelin gerçekleşmesini tetikleyebilir ya da engelleyebilir.
Hayat koşullarının ve olaylarının birçoğu bizim denetimimiz dışında; ancak yine deçevresel unsurların bir kısmını, bir miktar yönetebilmek ve böylelikleyaşamımıza kısıtlı da olsa yön verebilmek mümkün. Kimi hastalıklar bazı genler sebebiyle oluşur. Ancak, bu hastalıklar, zannedildiği gibi nüfusun büyük bir kısmını etkileyen hastalıklar değil; günümüzün en yaygın sağlık sorunlarından kanser ve kalp hastalıkları, bunların arasında yer almıyor, çevresel ve genetik unsurların etkileşimine bağlı olarak oluşuyor. Anlaşılacağı üzere, olumlu ve olumsuz pek çok fenotipik özelliğe yönelik genetik yatkınlık, yaşamlarımız üzerinde nihai belirleyiciliğe sahip değil; ifade bulmaları önemli ölçüde çevreye bağlı.
Çevre, büyük ölçüde biyolojik olanı etkileyebiliyor. Biyolojik boyutta işlerin nasıl ilerlediğiyle ilgili detaylara girmeyeceğiz ama örnek bir deneyden söz etmeden önce birkaç bilgiye yer vermekte fayda var: Bir hücre biyoloğu ve eski tıp fakültesi profesörü olan Bruce H. Lipton'ın 'İnancın Biyolojisi' adlı kitabında belirttiği üzere, hücre, çevresel uyaranlara karşı duyarlıdır; bir uyaranla karşılaştığında, edindiği bilgileri inceler ve"uygun" bir davranışı tepki olarak seçer. Ayrıca, inanmayacaksınız belki ama,"deneyimlerden öğrenebilme" ve "hücresel hafıza yaratabilme" becerisine sahiptir. Üstelik, hücresel hafıza, kalıtım yoluyla nesilden nesle aktarılır. 2003 yılında ABD'deki Duke Üniversitesi'nde farelerle yapılan bir çalışmada, çevresel unsurların, bir sonraki nesil için kritik fark yaratabildiği ve zenginleştirilmiş koşulların, genetik mutasyonları ortadan kaldırabildiği görüldü. Araştırmacılar Waterland ve Jirtle, sarı tüylü, aşırı şişman ve kalp ve damar hastalıkları, şeker hastalığı ve kansere eğilimli olan, "agouti" adlı gene sahip türdeki farelerde beslenme biçiminin etkilerini incelediler. Deneyde kontrol grubundaki agoutili anne fareler rutin beslenmelerine devam ettirilirken, deney grubundaki anne farelere, folik asit, B12 vitamini, betaine ve kolin gibi, metil bakımından zengin ek besinler verildi.Proteinlerin, genlerin "varoluşunda" (örneğin, hareketlenmesinde ya da hareketsiz kalmasında) çok önemli bir rolü olduğu, genleri etkilediği, ve etkilenen bir genin, değişmiş haliyle, sonraki nesle aktarıldığı biliniyor. Proteinleri etkileyen iseçevresel faktörler; mesela, bu örnekte olduğu gibi, beslenme biçimi.
Çalışmada metil bakımından zengin besinlerin seçilmesinin sebebi, daha önce yapılan araştırmalarda bu tip besinlerin DNA'yı sarmalayan proteinlerin bağlayıcı özelliklerini değiştirdiğinin görülmesiydi; proteinlerin DNA'ya sıkıca bağlanması sonucunda gen aktivitesinin durabildiği veya değişebildiği anlaşılmıştı.
Çalışma beklendiği gibi gitti ve besin takviyesi alan agoutili annelerin kendileri gibiagouti genine sahip olan bebekleri, bu gene sahip olmalarına karşın, zayıf ve kahverengi tüylü fareler olarak doğdu.
Kontrol grubundaki, yani metil takviyesi verilmeyen annelerin bebekleri ise sarı ve şişman fareler olarak dünyaya geldi.
Üstelik hastalık bakımından da iki grup arasında önemli farklılıklar görüldü.
Lipton, yapılan bazı bilimsel çalışmaların (Willet, 2002) kanser, kalp ve damar hastalıklarının yalnızca yüzde 5'inin kalıtım nedeniyle oluştuğunu gösterdiğini söylüyor. Genetik alanında yapılan çalışmalarda göğüs kanseri ile ilişkili olan bazı genlerin tespit edildiğini ve medyanın bu gelişmeler üzerine sansasyon yarattığını, ancak göğüs kanseri vakalarının yüzde 95'inin genetik unsurların ötesinde sebeplerleoluştuğunu ve medyanın bu önemli bilgiyi atladığını belirtiyor. Yüzde 95 çok yüksek bir oran ve hiç şüphe yok ki yapılan bir literatür taramasıyla, alakalı ve alakasız birçok başka oran bildiren çalışmalar görmek mümkün. Bununla birlikte, muhakkak ki, çevre, birçoğumuzun farkında olduğundan çok daha belirleyici.
Lipton, ayrıca, çeşitli çalışmaların (Baylin, 1997; Jones, 2001; Kling, 2003; Seppa, 2000) kanser hastalığı bulunan kişilerin durumunun kötüye gitmesinde, genlerin değil,çevresel unsurların etkisiyle oluşan epigenetik değişikliklerin rol oynadığını ortaya koyduğuna dikkat çekiyor.
Lipton'ın işaret ettiği önemli bir nokta var: İlişkili olmak ve neden olmak arasındaki fark sıklıkla gözden kaçırılıyor ya da es geçiliyor. Halbuki, ikisi arasında çok ciddi bir fark var. Birçok kez medya, bilim dünyasında yapılan ve önemli sonuçlar veren, ancak iki ya da daha fazla değişken (unsur) arasında ilişki kurabilmekle sınırlı bir çalışmayı evirip çeviriyor, neden-sonuç ilişkisine dönüştürüyor. Vatandaş da farklı olabileceğini düşünmüyor, düşünemiyor. Gerçek şu ki, birçok çalışma, bir gen/çeşitli genler ile fiziksel, davranışsal veya gelişimsel özellikler/durumlar (örneğin, bir hastalık) arasında bağlantı bulabilir; ancak bugüne dek, bir genin/çeşitli genlerin belli bir özelliğe/durumaneden olduğunu bulan çalışma sayısı çok daha azdır.
Kaynak: Lipton, B. H. (2007). İnancın Biyolojisi (B. Ünlütabak, Çev.). İstanbul:
Kuraldışı Yayıncılık. (2005).
19.08.2012
Benzer İçerikler :
Mutluluğun, evrensel bir boyutu olmakla birlikte, kültürden kültüre, hatta kişiden kişiye değişen bir yanı da var. Öyle ki, psikolojinin gelişmekteki bir alt ...
Önce her zaman olduğu gibi bir özet yapalım. Mutlu kişiler mutsuzlara göre daha çok olumlu duygulara sahipler, yaptıkları şeylere kendilerini tümüyle ...
Nedeni Yanlış Anlamak II Geçen hafta sizlere, insanların nedensel çıkarımlarda bulunurken yaptıkları bazı hatalardan bahsetmiştim. Bu hafta, bu mantık ...
Nairobi'de daha işimiz bitmedi. Üç günlük travma eğitimini süpervizyon izliyor. Bir hafta süreyle, Nairobi ve civarındaki kliniklerde çalışan ve eğitime ...
İlginizi Çekebilir :
Geçen hafta iş yerinde psikolojik taciz, yıldırma, iş yerinde zorbalık ve iş yeri travması olarak adlandırabileceğimiz davranışları “mobbing” ile...
Epey oluyor, büyük bir şirketler grubunda çok başarılı bir geçmişe sahip olan, üst düzey yönetici bir danışanım, güven yitimi, panik atakları ve depresif...
Efendim malumunuz geçen hafta 14 Şubat Sevgililer Günü idi. Her yıl olduğu gibi çiçekler, böcekler, tek taş yüzükler alındı, rezervasyonlar yapıldı. Etra...
Geçen hafta ilgi çekici bir olgudan söz ettik. İnsanlar aynı olumsuz koşullarla karşı karşıya geldikleri halde yaşadıkları çok farklı olabiliyor. Deprem gibi ...