Amerika'yı Anlamak
Şu sıralar Amerika’yla ilgili iyi şeyler söylemek pek makbul bir şey değil biliyorum. Bugün bu suçu bilerek işleyeceğim. Yaşamımın en verimli, en çok doyum aldığım, kendimi geliştirme olanağı bulduğum yıllarım Amerika’da geçti. Felsefesini ve dünyayla nasıl bir ilişki içinde olmak istediğini anladığımı düşünürüm.
Amerika daha çok uzun yıllar yaşamımızın bir parçası olmaya devam edecek. Onsuz bir yaşamı neredeyse düşünmek bile mümkün olmayacak. Yalnızca politik açıdan değil, yaşam tarzı ve değerler açısından da böyle olacak. Onun için Amerika’yı anlasak iyi olur diye düşünüyorum.
Amerika’nın başka her şeyi üzerine inşa ettiği değerleri; temel insan hakları, demokratik haklar, bireyin hakları, serbest düşünce, serbest ticaret, serbest girişimcilik denebilir. Bunlar liberal düşüncenin ve liberal ekonominin de dayandığı değerler. Bu açıdan bakınca, biraz garip karşılanabilir ama bir ülkeyi sömürmek, yani onu fakirleştirerek zenginleşmek, Amerikan-liberal değerleriyle çelişir. Çünkü fakir müşteriye bir şey satamazsınız. Zengin müşteriyle iş yapmak daima daha çok kazandırır.
Amerikan Emperyalizmi
1960 ve 70’ler sabahtan akşama kadar Amerikan’ın bizi nasıl sömürdüğünü dinlemekle geçti. Gençlik bunun için ayaklanırdı. Düğmeye basıldığında 100.000 işçi İstanbul’da ayaklanıp “devrim provası” yapar, bütün işyerleri kapatılırdı. İşçiler Amerikan sömürüsüne kızıp kendi çalıştıkları fabrikaları yakar yıkarlardı. Bütün bunları dışarıda Rusya, içerde de demokrasi savunucusu köşe yazarlarımız ve hocalarımız destekler, Irak Baas partisinin tüzüğünü alıp askerle ortak yapılacak ihtilali organize ederlerdi. Bunun adı o zamanlar MDD (Milli Demokratik Devrim) idi ve sloganı da “ordu millet el ele’ydi”. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını askerin astırdığı söylenirse de doğru değildir. Onların asılmasına neden olanlar ve onları harcayanlar zamanın köşe yazarları ve hocalarıdır. Hiç biri geçmişin muhasebesini yapmadı.
O zamanlar bir ülkenin Amerika’dan kopması demek, Rusya’nın hakimiyetine girmek demekti. Her iki güç araziyi büyütmeye bakardı. Bir yerden çıkarsanız öbürü hemen orayı sahiplenirdi. Bu işlere bakmak, yani araziyi korumak Amerika’ya ihale edilmişti. Zaten dünyanın bütün pislikleri neredeyse yüz yıldır Amerika’ya temizletilir.
Avrupa 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’yla baş edemeyince Amerika’yı yardıma çağırmıştır. Almanya’ya dayattığı koşullar nedeniyle Hitler’i yaratıp baş edemeyen yine Avrupa’dır. Hitler pisliğini temizlemek de Amerika’ya kalmıştır. Fransızlar hala bunu hazmedemezler ve bu yüzden de Amerika’dan nefret ederler. Vietnam’ı eline yüzüne bulaştırıp işi Amerika’ya havale eden de Fransa’dır. Kosova ve Bosna’da Birleşmiş Milletler Barış Gücü ve bütün Avrupa onbinlerce insanın katledilmesine seyirci kalmıştır. Burada da pisliği temizlemek yine Amerika’ya ihale edilmiştir.
Avrupa ülkelerinin doğru dürüst bir orduları dahi yoktur. Savunma bütçeleri küçüktür. Örneğin Almanya’nın havada yakıt ikmali yapan uçağı bile yoktur. Sınır ötesi problemleri nasıl olsa Amerika hallediyordur.
Arafat’la İsrail’in anlaşabilmeleri için Harvard’da “Uzlaşma Projeleri” oluşturulmuş, Arafat’la İsrail Başbakan’ı ormanlık arazilerde villalara sokulmuş, Amerika başlarına dikilmiş ve İsrail’in ’67 sınırlarına çekilmesi, Arafat’ın da İsrail’i tanıması sağlanmıştır. “İş bitti” derken Arap ülkeleri su koyvermiş ve bugüne gelinmiştir.
Uluslararası Hukuk
11 Eylül olayı bardağı taşıran damla olmuştur. Örümcek kafalı bir adam, 50 dolara aldığı bir cep telefonuyla etrafa emirler verip dünya ekonomisini sarsabilmiştir. Bu pisliği de temizlemek yine Amerika’nın üstüne kalmıştır. Amerika defalarca Birleşmiş Milletlerin daha etkin müdahalelerde bulunması için uluslar arası hukukta değişiklikler önermiş ama başarılı olamamıştır. Sonuçta yine Avrupa’nın pasif desteğiyle kendi başına hareket etmek zorunda kalmıştır. Bölgeyi radyasyondan iyice arıtma niyetinin çok öncelerden planlandığı anlaşılıyor. Önce Afganistan, sonra Irak, sonra Suriye, sonra da İran. Anlaşılan, büyük finansman kaynağı olan ve normal savaş kuralları dışında savaş veren bir düşmanla nasıl savaşılacaksa öyle savaşılacak.
Komşu evde teröristlerin barındığını haber alırsanız polise haber verirsiniz. Teslim olmazlarsa öldürürsünüz. Kimse de sizden hesap sormaz, çünkü bu eylemin yasal zemini oluşturulmuştur. Düşman komşu ülkedeyse, uluslararası hukuk elinizi kolunuzu bağlar. Öcalan bu sayede Suriye’de barınabilmiş ve 30.000 kişi bu nedenle ölmüştür. Paşamız neticede Suriye sınırına gitmiş ve “istersem bir haftada Şam’a girerim” dediği için de Öcalan Suriye’den atılmıştır. Eğer Suriye’yle kapışsaydık, bugün uluslararası hukuku çiğnediğimiz için kendimizi suçluyor olmayacaktık.
Unutmayalım; yalnızca İsrail’i değil, Amerika’yı değil, kendisi gibi düşünmeyen herkesi ortadan kaldırmayı hedefleyen, hiçbir şekilde uzlaşmayı düşünmeyen örgütler ve devletler var ortada. Hatırlayalım: Birkaç yıl önce Hizbullah örgütü üyeleri Türkiye’de onlarca kişiyi işkenceyle öldürmüşler, parçalara ayırmışlar ve bahçeye gömdükten sonra da dizi filmlerini seyredebilmişlerdi. Göbeğine bomba bağlayıp çoluk çocuk öldüren adam yıkıntıların içinden çıkardığı çocuk ölüsünü havada salladığında kahrolabiliriz, içimiz ağlayabilir ama bu kafamızı karıştırmasın. Bu savaşta kimse temiz kalamaz.
Amerika serbest ticaret yapabileceği, refahını arttırabileceği ve güvenliğini tehdit etmeyen bir coğrafyanın peşinde. Avrupa ve biz de hazıra konma peşindeyiz.
20.08.2006
Benzer İçerikler :
Geçen hafta, “yönetim modeli” oluşturmak söz konusu olduğunda, giderek ağırlık kazanan ve bilimsel araştırmaya dayanan bir eğilimden söz etmiştik. ...
Seansın daha başında, ama tartışmanın en hararetli yerinde elektrikler gidiyor. Tabii klima da. Dışarıda havanın 38 derece olduğuna dair dedikodular var. Kadın ...
CCL (Center for Creative Leadership) bizim bugün liderlikle ilgili ne biliyorsak pek çoğunu borçlu olduğumuz bir araştırma ve eğitim kurumu. 1983’de...
Önce geçen haftayı bir özetleyelim: 1. ‘Gerçek’ güvenilir kaynaklar tarafından sunulursa, çarpıtılmış bile olsa, inanılır. 2. Bilimsel...
İlginizi Çekebilir :
Temel sorumuz şuydu: Başarıyı; kıyaslamanın ve yarışın tuzağına düşmeden, örselenmeden ve yıpranmadan yani tadını çıkararak ve mutluluğu ıskalamadan yaşamak...
Geçtiğimiz hafta, empati ve empati ile ilişkili yardım etme davranışı üzerine konuşmuştuk. Her zaman, her durumda, herkese karşı aynı seviyede empa...
Geçen hafta, yönetimlerin ve yöneticilerin, çalışanların yetenekleri ve güçlü yanlarına odaklanmaları gerektiği üzerine yazdıkça, özellikle anneleri...
Önce geçen hafta söylediklerimizi bir özetleyelim: 1. İnandığım şeyin aynı zamanda gerçeği de yansıttığını varsayarım. Yani Kemal’in benden nefret ...