Akıldışının Cazibesi - VI
Bildiğiniz gibi, bir süredir, irrasyonel tarafımız üzerine konuşuyor; yaşantımızdan örneklerle, bu bilinmeyen tarafımızı keşfe çıkıyoruz. Hangi durumlarda, neden ve nasıl akıldışı davranabildiğimize değiniyor ve olumsuz olanların yanı sıra, akıldışının cazip yönlerine dikkat çekiyoruz. Bugün de empati ve yardım etme dinamiklerinden hareketle devam edeceğiz.
Hiçbirimiz; her zaman, her durumda, herkes ile aynı seviyede empati kuramayız; bizi daha az yahut daha çok etkileyen olaylar ve daha az ya da daha çok ilgilendiren kişiler vardır. Buraya kadar şaşıracak bir şey yok. Peki ya, yardıma ihtiyaç duyan bir kişi olunca farklı, bin kişi olunca farklı tepki verdiğimizi biliyor muydunuz? Muhtemelen, şimdi, sayı arttıkça, yardım etme isteğimizin de arttığını düşünüyorsunuzdur. Ancak gerçek, bunun tam tersi.
Hiç tanımadığımız kimselerin yaşadığı bireysel trajediler, bizi, toplu veya toplumsal trajedilerden daha çok etkiliyor ve yardım etmek üzere daha çok itekliyor. Örneğin, küçük bir çocuğun dramı, bizlere, kitlesel bir felaketten daha sarsıcı gelebiliyor ve bu sebeple daha çok ilgi görebiliyor; gerek medyada gerekse halkın gündeminde daha çok yer bulabiliyor. Yabancı basını izleyen ve yaşı da hafif ilerlemiş okurlarımız belki hatırlarlar; 1987 yılında Amerika’da 18 aylık bir bebek, izbe bir kuyuya düşmüş ve 60 saate yakın bir süre mahsur kalmıştı. Şüphesiz bu, hem bebek hem de yakınları için korkunç bir deneyim. Şimdi bir de 1994 Rwanda soykırımını anımsayın. Pek çok bebek de dahil olmak üzere, 800.000 kişi, yüz günlük bir süre zarfında vahşice öldürülmüştü. Niyetimiz, her ikisi de çok üzücü olan bu olayları kıyaslamak değil; ancak haber kanalı CNN’de, ilkinin, ikincisinden daha çok yer tutması hakikaten düşündürücü.
Peki ya halkın bu iki olay karşısında tepkileri nasıl olmuştu? Araştırmacı yazar Dan Ariely, ilk olay sonrasında, bebeğin ailesine, zamanın rayiciyle 700.000 dolar bağış yapıldığını belirtiyor ve Darfur, Zimbabwe ve Kongo’da olduğu gibi toplu katliam ve açlık sonucu hayatını yitirenlere, vakit varken seferber olunmadığına dikkat çekiyor. İnsan kabullenmekte zorlanıyor; ama gerçek şu ki, bir kişinin acısına bu denli duyarlıyken, binlercesinin acısına kayıtsız kalabiliyoruz.
Filozofların, sosyal bilimcilerin, yazarların ve daha pek çoğunun, yıllar boyunca üzerine düşündüğü bu gerçeklikte, birçok psikolojik faktörün payı var. Sosyal bilimcilerin deyimiyle “kimliği belli kurban etkisi” (“identifiable victim effect”) bunlardan biri. Yaşanan bir trajedi sonrasında, medyada, insana dair bir yüz, bir resim veya diğer detaylarla karşılaştığımız zaman, acı şahsileşiyor. Acı şahsileştiğinde, duygularımız harekete geçiyor, o kişiler için acı duyuyoruz. Kitlesel acıların yaşandığı durumlarda ise, acının kimliği belirli tek bir sahibi olmuyor; çoğunlukla kimliği paylaşılmayan, çok sayıda mağduru oluyor ve acı şahsileştirilmiyor. İşin içine bireysellik girmeyince de duygular canlanmıyor.
Bu olguyu doğal afetlerde çok iyi izleyebiliyoruz. 1975 Lice depreminde 3000 kişi ölmüş ama bizi bir veya iki günden fazla meşgul etmemiştir. 1988 Ermenistan depremi ise hiç meşgul etmemiştir. Ama ekranlarda günlerce izlediğimiz Somali’li çocuklar eminim birçoğumuzun hafızasında çok canlı olarak yaşamaktadır.
Mağdurla aramızda olan mesafe çok önemli diğer bir faktör. Bu tip olaylar karşısında ne hissettiğimiz, mağdura/mağdurlara olan fiziksel mesafemizden etkilendiği gibi, psikolojik mesafemizden de çok etkileniyor. Yakınlarımız veya kendimizi ait hissettiğimiz sosyal grupların üyeleri trajik olaylar yaşadıklarında, hissettiklerimiz ve yaptıklarımız, diğer kişiler için verdiğimiz tepkilerden çok başka oluyor.
Empati potansiyelimizi belirleyen bir başka etmen, yaşanılan olayı ne derece görebildiğimiz veya kafamızda canlandırabildiğimiz ile ilgili. Hissedebilmek için, bahsedilen deneyimin gerçekçi görsel veya işitsel verilerine ihtiyaç duyuyoruz. Ancak bu veriler, yalnızca, olayın duygusal içeriğini bize aktarabildiğinde etkili oluyor. Aksi takdirde, duygularımız tetiklenmiyor, duygudaşlık hissetmiyoruz ve yardım etmek üzere harekete geçmiyoruz.
Çok önemli bir diğer faktör, yapacağımız yardımın etki gücüne dair algımız. Tekil acılarda, desteğimizin bir şeyleri değiştirme gücü olduğuna inanıyoruz. Ancak çok sayıda mağdurun bulunduğu, çoğul acılarda, ne kadar yardımda bulunursak bulunalım desteğimizin yetmeyeceğini düşünüyor, bir işe yaramayacağına inanıyor ve bu sebeple harekete geçmiyoruz. Şüphesiz, kitlesel trajedilerde, bir kişinin tek başına sağlayabileceğinden çok daha fazlasına ihtiyaç duyuluyor; ama harekete geçmek isteyip de geçmeyen herkesin yardımda bulunduğunu bir düşünün. Her şey çok farklı olmaz mıydı?
Kısacası, bir trajedi, çok kapsamlı olduğunda, çok sayıda insanın hayatını etkilediğinde, tanımadığımız veya kendimize fiziksel, psikolojik veya ideolojik olarak uzak bulduğumuz birey ya da toplumları ilgilendirdiğinde, uzakta olduğunda, görsel yahut işitsel veri içeren duygusal boyutu noksan kaldığında; daha az hissediyor ve daha nadir harekete geçiyoruz.
Bu sonuç, yardım kampanyalarının ya da sosyal sorumluluk projelerinin nasıl tasarlanması gerektiğinin de ipuçlarını veriyor.
Haftaya devam.
Kaynak
- Dan Ariely (2011). Akıldışının Mantığı. Optimist Yayınları.
- Dan Ariely (2010). Akıldışı ama Öngörülebilir. Optimist Yayınları.
- R. B. Cialdini (2006). İknanın Psikolojisi. MediaCat Kitapları
10.11.2011
Benzer İçerikler :
Geçen hafta, kilosuyla kronik sorunu olan bir danışanın portresini çizmiştik. Figen Hanım yaklaşık 15 yıldır zayıflamaya çalışmakta, zaman zaman başarılı ...
Değişik zamanlarda çalışan bağlılığı ve müşteri bağlılığından söz ettik. Boşuna değildi çünkü her ikisinin de bir organizasyona ayrı ayrı ciddi katkısı...
Geçtiğimiz haftalarda müşteri bağlılığı konusunu ele almış; bağlılığı sağlamanın püf noktalarından biri olan minimum müşteri eforu stratejisinden bahsetmiştik. ...
Birkaç haftadır görece yalın, tasarımı ve uygulaması basit, çalışan ve sonuç alınan, araştırmaya dayanan bir yönetim modelinin temel dayanaklarını paylaştık ve ...
İlginizi Çekebilir :
Hizmet aşkıyla tutuşan milletvekillerimizi, Başbakanımızı ve Reisi Cemhuriye’mizi, (Swahili dilinde öyle deniyor) kazasız belasız seçip işleri düzene ...
Geçen hafta “mahalle baskısından” söz ederken birkaç sonuç çıkarmıştık: “Mahalle” aslında ilişki içinde bulunduğumuz, kendine özgü ...
Toplumsal Kanıt İlkesi Bundan 30 yıl kadar önce, İnsan Tarikatı adlı bir tarikatin üyeleri, San Fransisco’dan kalkıp Güney Amerika’daki bir ...
Birden fazla dil bilmenin iletişim bakımından avantajları şüphesiz. Akademik ve mesleki alanlarda kişiye sağladığı faydalar da ortada. Peki ya beyin gelişimi ...