Gençleri Depresyona Sokabilecek 8 Şaşırtıcı Neden
Geçen gün bir arkadaşım gözyaşları içinde geldi bana. Yakın bir arkadaşının dokuz yaşındaki oğlu intihar girişiminde bulunmuş.
“Dokuz yaşında!!??!!” dedi. “Bunu nasıl açıklarsın?”
Bizi her türlü şeye yatkın yapan genlerle dünyaya geldiğimiz doğrudur. Örneğin benim durumumda -bipolar bozukluk ve depresyon- Evet, atalarımda da aynı genler vardı. Ancak, epingenetiks denilen (yani genetiğin üstünde ya da dışında anlamına geliyor) yeni bir bilim daha var: DNA dizisindeki değişikliklerin neden olmadığı hücresel değişikliklerin incelenmesi.
Pam Peeke, MD, The Hunger Fix (Açlık Ayarı) adlı çok satan kitabın yazarı, bir söyleşi sırasında bana epingenetiks’i anlattı. “Bazı anahtar seçenekleri değiştirebilirseniz; örneğin diyetiniz, stresle baş etme tarzınız, fiziksel aktiviteleriniz gibi o zaman genom, yani hücrelerimizin taşıdığı genlerinizin yanına, tıpkı bir sayfanın yan boşluklarına notlar almış gibi olur ve sağlığınıza güç katmak, onu korumak için düğmeyi çevirebilirsiniz” dedi Dr Peeke. Gençlerimizi sanıyorum bu noktada yüzüstü bıraktık. Bence öyle bir dünya yaratıyoruz ki, burada genlerdeki endişe ve depresyona olan yatkınlık “coşturuluyor.” Duygu durumu bozuklukları olarak gelişiyor çünkü gerekli korumaları doğru dürüst yerli yerine yerleştirmedik.
Dialogues in Clinical Neuroscience dergisinde yer alan bir araştırmada, çocuk ve ergenlerin yaklaşık dörtte-birinin zihinsel bir bozukluk yaşadığını göstermiştir ve yaklaşık üçte-biri bu durumu hayatlarının bir döneminde mutlaka yaşarlar. Dünya Sağlık Örgütü geçen yıllarda 10 – 19 yaş aralığında çocukların hastalık ve çeşitli bozukluklarının önde gelen nedeninin depresyon olduğunun raporunu sundu.
Bu durum hep böyle miydi? Hayır
Bugün daha fazla farkındalık var ve bu iyi bir şey. Çocuk psikiyatrisi alanı gelişti ve bunun beraberinde çocuklarımızı tarama yöntemleri de gelişti. Ancak, kafamı kaşıyorum elimde olmayarak ve merak ediyorum, bunca sağlıksız hücreyi “coşturan” nedir? İşte size, tabii ki biraz da araştırma ile desteklemiş olduğum, teorilerimden birkaçı…
1. Oyun Yoksunluğu/p>
Oyun beyninizin nefes almasına izin verir ve davetsiz gelen negatif düşünceleri ve duygu durum bozukluğu yükünüzü defetmenize yardımcı olur. Bugünün Psikolojisi blogunda yazdığı, Oyunun Gerilemesi ve Zihinsel Bozuklukların Yükselişi (The Decline of Play and the Rise of Mental Disorders ) makalesinde, Peter Gray, PhD, çocuklar ve ergenler arasındaki depresyon ve endişe durumunun yükselişi ile toplumumuzdaki gevşek ve rahat oyun oynamanın gerilemesi arasında bir bağlantı kuruyor. “Serbest oyun, araştırma ve keşif, çocukların kendi problemlerini çözmeyi, hayatlarını kontrol etmeyi, kendi ilgi alanlarını geliştirmeyi öğrendikleri ve ilgi alanlarını takip etmekte ustalaştıkları araçlardır.” diye yazıyor Gray “11 ve 13 yaşlarındaki çocuklarıma yapısal olmayan ve yönlendirilmemiş, sadece kendileri olabilecekleri dinlence ve eğlence zamanı vermediğim için suçlu olduğumu itiraf ediyorum. Ancak, oturduğumuz mahallede ön bahçede bile gözlemsiz oynamaları güvenli değil. Mahalle arasında bisikletle dolaşabilseler bile, birlikte dolaşacak kimse bulamayacaklardı, çünkü bütün arkadaşları spor çalışmalarında.
2. Sezaryen Doğumlar
Günümüzde, ABD’de yaklaşık üç anneden biri sezaryen yoluyla doğum yapıyor. Yani, 1965’te yüzde 4.5 olan oran yüzde 32.8’e yükselmiş. Dünya Sağlık Örgütü sezaryen oranının yüzde 10 ila 15’i geçmemesini tavsiye ediyor. Sezaryen doğumlar, yüksek oranda anne ve yeni doğmuş bebek komplikasyonlarıyla ilintilidir.
Bana öyle geliyor ki, sezaryen doğumlarının uzun vadedeki karmaşık sonuçlarını öğrenmeye daha yeni başlıyoruz. Örneğin, birçok araştırma sezaryen ile doğan bebeklerde muhtelif alerjilere, astıma ve şeker hastalığına karşı riskin arttığını göstermiştir. Ancak, Journal of Child Psychology and Psychiatry “Çocuk Psikoloji ve Psikiyatri Dergisi’nde” yayınlanan bir araştırmada bu listeye Otizm ve DEHB “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nu” da ilave ediyor.
Neden? Bebekler doğum kanalında iki çok önemli etken ile karşılaşırlar: bebeğin duygu durumunu koruyan ve bebeğin bağışıklık sitemini hazırlayan ve parasempatik sistemini sakinleştiren vajinal mikroplar ya da bakteriler. Sezaryen bebeklerinden daha da zor durumda olan bebekler, sanıyorum; acil sezaryen bebekleridir. Anne onca doğum sancısı keyfini yaşadıktan sonra, sezaryen olmak zorunda kalır çoğu böyle vak’ada göbek kordonunun boyna sarılması gibi bir tür travma da yaşarlar. Zavallı yeni doğmuşlar bu dünyaya kaygı içinde gelirler ve çoğu kez onlara kendilerini sakinleştirme yöntemlerinin öğretilmesine ihtiyaçları vardır. Endişe ve depresyondan şikâyetçi kaç çocuğun acil sezaryen ile doğduğunu bayağı merak edip, kendi araştırmamı yaptım ve tanıdığım annelere hep sordum. Zihinsel problemleri olan çocukların yaklaşık yüzde 75’i acil sezaryen ile doğmuş.
3. Şeker
Şeker hakkında en son makalemde yazdıklarımdan da anlaşıldığı gibi, Amerikan beslenme tarzına bunca nüfuz etmiş olan kısa zincir çözülebilir karbonhidratlar konusunda güçlü fikirlerim var. Hâlâ şekerleme, pasta, gazozlu içeceklerin ve özellikle yüksek früktozlu mısır şurubu olarak bilinen zehir ile yapılan herhangi bir şeyin bizim duygu durumumuzda ve hayatımızdaki etkisi karşısında şok yaşıyorum. Çocuklarımızda yarattığı yıkıcı sonuçlara da şahit oldum.
Britanyalı Psikiyatrik Araştırmacı Malcolm Peet yürüttüğü bir kültürler arası analizde yüksek şeker tüketimi ile hem depresyon hem de şizofreni arasında güçlü bir bağlantı bulmuştur. Şeker, duygu durum bağlantısının bir nedeni. Rafine şeker ve bedenimizin rafine şeker gibi işlediği her şey (Cips vs) kronik enflamasyonu tetikler ki bu da bağışıklık sistemimizin içine eder ve dalga dalga artarak büyüyen belalı meselelerin ortaya çıkmasına neden olur. Şeker aynı zamanda, (Beyin-türevli nörotrofik faktör) BTNF denilen beyindeki kilit büyüme hormonunun faaliyetini de bastırır ve BTNF seviyeleri hem depresyon hem de şizofreni vakalarında düşüktür.
Birleşik Devletler Tarım İdaresi’ne göre ortalama bir Amerikalı yılda 75 ila 85 kg. rafine şeker tüketiyor. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin bulgularına göre çocuklarımızın beslenmesindeki toplam kalorilerin yüzde 16’sı katkılanmış şekerlerden geliyor. Bu iğrenç bir şeydir.
4. Antibiyotikler
Bu konuda gözlerinizi devirmeden önce, söylediklerimi dinleyin. Geçen yıl içinde, bağırsak floramızın ve bakterilerin zihinsel sağlığımızı korumamızda oynadığı hayati rol hakkında epey bir şey öğrendim ve o zamandan beri beslenmeme gösterdiğim dikkatli özenden ve probiyotik yediğimden dolayı kendimi daha iyi hissetmeye başladığıma inanıyorum. McMaster Üniversitesi araştırmacılarının Gastroenterology dergisinin internet sayfasında yayınladıkları incelemede sağlıklı yetişkin farelerin normal bakterilerinin düzenini antibiyotik ile bozmuşlar. Bunun sonucunda fareler daha kaygılı bir duruma gelmişler ve beyinlerinin hissiyat ve duygu durumunu etkileyen kısımlarında değişiklik meydana gelmiş.
Tıp Doktoru Natasha Campbell-McBride’ın GAPS: Gut and Psychology Syndrome eserini okurken, antibiyotiklere boğulduğum zamanları daha çok anımsadım Apandisit ameliyatı olduğum zamanı mesela ve bunun duygu durumum üstünde yarattığı etkiyi. Sonra da oğlumun hayatının ilk iki-buçuk yılını hatırladım. Kulak iltihabı yüzünden; biz tüp taktırıncaya kadar, neredeyse sürekli antibiyotik alıyordu. İşte bu yüzden zavallı çocuk acil sezaryen olmayan ve sonra iki yıl boyunca antibiyotik verilmemiş olan arkadaşları kadar dirençli değildi.
5. Ekran Zamanı
Durum şu ki, bizim çocukluğumuzda mahalle arkadaşlarımızla oynadığımız yakan top gibi oyunlar yerine şimdiki çocuklar evin içinde tek başlarına ipad ya da telefonlarında oyunlar oynuyorlar. 2013’te yapılan bir Britanya araştırmasında bilgisayar ya da televizyon ekranı karşısında günde dört saatten fazla zaman geçiren çocuklarda daha düşük öz-saygı ve daha yüksek kaygı, depresyon gibi duygusal problemler olduğu saptanmış.
Daha birçok araştırmada da, ekran karşısında çalışmaya bağlı olarak beynin bazı alanlarında bozulma ve haftada 20 saatten fazla ipad, bilgisayar ya da telefonda oyun oynayan ergenlik çağında gençlerde mikro yapısal anormallikler tespit edilmiştir. Avrupa radyoloji dergisinde (European Journal of Radiology) yayınlanan bir araştırmada oyun bağımlılarının beynin gri alnında, yani zekâ ve idari eylemlerden sorumlu ön lop ve başkalarına karşı empati ve şefkat geliştirme yeteneğimizle ilgili olan insulada, belirgin bir körelme görülmüştür.
Psikiyatr Mary G. Burke Psychiatric Times sitesinde yayınladığı ‘Ekranın Medyasının Çocuklara Vurduğu Darbe’ ( The Impact of Screen Media on Children) makalesinde gayet yol gösterici ve etraflı bir inceleme listesi veriyor. Dr. Burke’un vardığı sonuç “Ekrandan medyaya maruz kalınması süresince ve sonrasında yapılan fMRI incelemelerinde çok belirgin ve kesin etkinleşme modelleri (activation patterns) oluşumuydu. Bu modellerin bazıları uyuşturucu madde bağımlılarında görülenlere benziyordu.”
Benim çocuklarımın okulunda altıncı sınıfta iPad kullanımı başlatılıyor, dolayısıyla ne yazık ki, zorunlu ekran zamanları var. Bunun üstüne oyunlar ve/veya arkadaşlarla yazışma zamanı da eklenince, American Journal of Industrial Medicine Amerikan Endüstriyel Tıp dergisinde yayınlanan bir araştırma sonucu da göz önüne alınınca problem yaratıyor. Söz konusu araştırmaya göre günde beş saat bilgisayar karşısında oturmak depresyon riskini çarpıcı bir oranda arttırıyor.
6. Dağılmış Aileler
Boşanma oranının son 10 yılda durakladığını hatta gerilediğini duydunuz mu? Öyle mi? Minnesota Üniversitesi’nde çalışan demograflara göre, bu doğru değil. Amerikan Kamu Araştırmasında ve evli nüfusundaki yaşa göre meydana gelen değişiklikler kontrolündeki bulgular 1990 ile 2008 yılları arasında elle tutulur bir artış göstermektedir. Aslında, 35 yaş ya da üstündeki kişilerdeki boşanma oranı son 20 yılda iki misline çıkmıştır.
Uzlaştırma Bakanlığının yayınladığı bir raporda 1935 yılında her 100 evlilikten 16’sı boşanmayla sonuçlanmıştı.1998 yılına gelindiğinde bu oran her 100 evlilikten 51 boşanma oranına kadar yükselmişti. Şimdi bir milyondan fazla çocuk boşanma etkilerini yaşıyor. Günümüzde 8 milyon çocuk boşanmış bir ailede tek ebeveyn ile yaşıyor…
İyi yürümeyen bir aileden ayrılmayı (hem kendiniz hem de çocuklarınız için) destekleyen araştırmalar olduğunu biliyorum; ancak, boşanmış ailelerin çocukları, ta yirmili yaşlarına kadar, bozulmamış çekirdek ailelerde büyüyen akranlarından belirgin bir şekilde daha fazla depresyon ve kaygı geliştirmeye yatkınlar. Evlilik ve Aile Dergisinde (Journal of Marriage and Family) yayınlanan bir araştırmanın verdiği sonuçlara göre boşanma hem öncesinde hem de sonrasında çocukların psikolojik sağlığı üzerinde ciddi sonuçlar doğurur ve olumsuz etkileri aile içindeki boşanma öncesi strese bağlanamaz.
7. Toksinler
Yetiştiğim yıllarda evimizin yakınındaki gölde yüzmeden önce dizimdeki sıyrıktan endişe ettiğimi hiç hatırlamıyorum. Şimdi? Chesapeake koyunda açık bir yarayla suya girmekten ödüm kopar. Çok fazla hikaye duydum sonu kol-bacak kesilmesine varan et-yiyen bakteriler hakkında. Tabii zehirli/toksik olan sadece su değil. Hava kalitesi de berbat. Yiyeceklerin üstüne iğrenç böcek ilacı sıkılmış. (Yirmi yıllık bir araştırma çiftçilerin depresyonlarının haşarat öldürücü ilaçlarla bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.) Hepimiz her türlü zehirli maddeye maruz kalıyoruz; temizlik malzemelerinden tuvalet malzemelerine kadar, musluk suyunu da unutmayalım.
Yüksek Zihin Çözeltisi (The UltraMind Solution) kitabında Mark Hyman, MD çok şiddetli depresyon ve kaygı belirtisiyle gelen birçok insanı sadece detoks (vücudun toksinlerden arınması) tedavisiyle iyileştirilen vak’aları paylaşmış. Hyman kendisi de Çin’in başkenti Pekin’de yaşadıktan sonra; evi ısıtmak için kullanılan ham kömürü solumaktan, fazla ton balığı sandviçi yemekten, ağız dolusu gümüş (ya da cıva) diş dolgusu yaptırdıktan sonra bunların içerdikleri cıvadan zehirlenmiş.
8. Stres
Ah, evet stres. Bunu liste dışı bırakamazdım. Haftada en az bir kez eşimle, çocuklarımızın aşırı derecede stres altında olduklarına dair problemleri konuşuyoruz. Ancak alternatifleri gözden geçirmeye başladığımızda, hiçbiri çözüm olmuyor. Örneğin, çocukların çok fazla ev ödevleri var. Onları okuldan alacak mıyız? Onları evde eğitmeye kalksam akıl ve ruh sağlıkları için daha kötü olacak. Yaptıkları spor aşırı derecede rekabete dayalı. Bu spora katılmamalarını mı isteyeceğiz? O zaman da arkadaşlarıyla birlikte olamayacaklar çünkü daha önce birinci sorun olarak söylediğim gibi çocuklar artık bir yerlerde birlikte “takılamıyorlar”. Kulüp sporları yapıyor ve başka bir takımı ezmek için 100 kilometre yol yapıyorlar. Stres vücudumuzdaki neredeyse bütün biyolojik sistemleri risk altına sokuyor, önemli iç organlarımızı yıpratıyor. Bu yüzden duygu durumu karmaşaları yaşamaya daha yatkın oluyoruz. Dolaşım sistemimizde sürekli kortizol akması hiç iyi haber değil. Ama bunun nasıl düzeltileceği hakkında benim en ufak bir bilgim yok.
By Therese J. Borchard
Kaynak
DBE Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Bizi Arayın Terapistlerimiz
Benzer İçerikler :
“Çocukken maruz kalınan bu travmaların sayısına ve yoğunluğuna göre; kalp ve damar hastalıkları, kanser, diyabet, obezite ve bağışıklık sistemindeki ...
Çocuğunuz İçin Savunma Okul zorbalığı başka bir insanı kontrol etmek için güç kullanmaktır. Zorbalığa uğrayan öğrenciler kendilerini savunmakta zorluk...
Çocuğunuz göğsünü tutuyor ve nefes alamadığını söylüyor. Hızlı hızlı nefes alıp veriyorlar ve karşısına oturup sakince konuşmanız mümkün değil. Hastaneye ...
Kariyer; sözlük anlamı “Bireyin yaşamının üretken yıllarını kullanarak geliştirdiği ve genelde çalışma hayatının sonuna dek sürdürdüğü iş ya da ...
İlginizi Çekebilir :
Bir çok anne ve baba, çocuklarının zaman zaman çok çekingen olduğundan, tanımadığı insanların olduğu ortamlarda hep geri planda kaldığından, hiç veya bir-iki ...
Bir bebeğin doğumundan itibaren dış dünya ile iletişiminin en önemli parçalarından biri sözlerdir. Araştırmalar anne karnında dahi bebeğin konuşulanları...
Karne zamanı yaklaştı. Öğrenciler genellikle notları iyi de olsa kötü de olsa karnelerini heyecanla beklerler. Notları iyi olan öğrenciler ve aileler, karne...
Çocuklar yaşantılarından bir şeyler öğrenip, gelecekteki acılardan korunmak için çaba gösterdikçe daha da gelişirler. İlk nefesimizi almaya başlamadan önce ...