Çalışan Anneler
Günümüzde ülkemizdeki kadınların, aile bütçelerine katkıda bulunmak, ekonomik özgürlüklerini kazanmak, kariyer yapmak, yeni bir çevre edinmek, eşinin yanında kendini daha iyi bir konumda hissetmek, eğitim aldığı bir alanda meslek sahibi olmak vb. pek çok nedenle iş hayatında aktif rol aldığını görüyoruz. İyi bir iş kadını, iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir evlat olmaya çalışmak gibi aynı anda pek çok rolü mükemmel yapmak zorunluluğunda hissetmek, içinde bulunulan şartları ve sınırları zorlamak çalışan kadını zamanla yıpratmaya başlar ve beraberinde pek çok sorunu getirir. Bu rollerin belki de önemlisi ve çalışan kadını en çok zorlayacak olanı “annelik” rolüdür. Çalışma hayatının hem anne hem de çocuğu üzerinde olumlu ve/veya olumsuz etkileri olacaktır.
Çalışan kadının karşılaşabileceği sorunlar anne olmaya karar vermesi ile başlayabilir. Bu kadın, çalışma hayatı ve çocuk sahibi olmak arasında bir seçim yapmak zorunluluğunda hisseder. Eğer kariyerine devam etmeyi seçer ise, annelik hissinden mahrum kalacağını düşünür ve çevrenin özellikle de aile büyüklerinin baskısı ile bu süreç daha zorlayıcı ve yıpratıcı olabilir. Eğer anne olmaya karar verirse, bunca yıl aldığı eğitim ve edindiği birikimlerin boşa gideceğini düşünerek kendini değersiz hissetmeye başlayabilir. Bir diğer seçenek ise, anne olduktan kısa bir süre sonra kariyerine geri dönerek hem iş kadını hem annelik rollerini bir arada sürdürmeye çalışmaktır. Çalışma yaşamını da bırakmak istemeyen bu kadınlar, annelik yaşını olabildiğince ileri çekmek ve çocuk sayısını sınırlı tutmak isterler.
Çalışmaya başlayan annenin ilk karşılaşacağı sorunlardan biri, bebeğine ya da çocuklarına kimin, nasıl bakacağıdır. Bu çalışan annenin yaşayabileceği ilk kaygıdır. Anne ve bebek arasında sağlıklı bir ilişkinin, güvenli bir bağın oluşabilmesi için ilk birkaç ay annenin bebeği ile birlikte olması, onu emzirmesi, aralarında fiziksel temasın olması bebeğin duygusal, fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından çok önemlidir. Bir süre sonra iş hayatına geri dönen annenin bebeğini bırakmak için aklına gelebilecek en güvenilir kişiler anneanne ve babaannelerdir. Burada önemli olan, bebeğe bakacak olan kişinin, mümkünse çocuk yuvaya başlayana dek (3 yaşlarına kadar) değişmemesidir. Özellikle ilk 1-1,5 yıl bakımı üstlenen kişinin sürekliliği ve bakılan mekanın sabit olması (mümkünse kendi evi) çocuğun kişiliğinde güven duygusunun oluşması açısından çok önemlidir. Çocuğun bakımını üstlenebilecek bir diğer kişi ise güvenilir, iyi referansı olan bir bakıcıdır. Bakıcıya karar vermeden önce bir müddet onunla birlikte bebeğin bakımını üstlenmek, onun davranışlarını gözlemlemek ve sonrasında da çocuğun davranışlarını ve bakıcı ile aralarındaki ilişkiyi gözlemlemeye devam etmek doğru olacaktır. Çocuğun bakımındaki en önemli unsurlardan biri ise, bakımı üstlenen kişi ile annenin disiplin anlayışları ve görüşleri arasında bir tutarlılık olmasıdır. Birinin “Hayır” dediğine diğeri “Evet” diyorsa bu çocuğun şartları istediği yönde kullanabileceği ve ipleri eline aldığı bir durumdur. Örneğin, annenin izin vermediği bir şeyi anneanne onaylıyor ya da annenin müsaade ettiği bir şeye bakıcı kızıyor ise, çocukta dengesizlik olacak, istediğini yaptırmak için her iki tarafı da kullanmak isteyecek aşırı ısrarcı ve isyankar bir tutum sergileyecektir. Bu nedenle çocuğun bakımını üstlenen kişiler arasında fikir birliği olması ve aynı dili konuşmaları oldukça önemlidir. 3 yaşından itibaren de çocuğun sosyalleşebileceği bir ortamda bulunması, aynı zamanda fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişiminin de desteklenmesi için uygun bir yuvaya gönderilmesi çalışan ya da çalışmayan tüm anneler için sağlıklı bir seçim olacaktır.
Çalışan annelerin sıklıkla karşılaştığı bir diğer sorun ise suçluluk duygusudur. Anne her ne kadar elinden geldiğince çocuğu ile ilgilenmeye, ona vakit ayırmaya çalışsa da, çocuğunu evde bir bakıcı ya da bir aile büyüğü ile bırakmak zorunda kalan, tüm bakımı ile ilgilenemeyen, ona yemek yapamayan bir anne, kendini yetersiz hissetmeye başlayacaktır. Bu yetersizlik hissi beraberinde “suçluluk duygusunu” da getirecektir ki, bu duygu ile anneler her akşam eve ellerinde bir oyuncakla geleceklerdir. Vicdanını rahatlatmak, kendini daha iyi hissetmek ve suçluluk duygusunu az da olsa azaltabilmek için sürekli hediye almak zamanla anne için de çocuk için de bir rutine dönüşecektir.
Yetersizlik hissi “Ben yeterince iyi bir anne değilim” düşüncesinden kaynaklanmaktadır. “İyi anne” olmayı, ev işleriyle uğraşıp çocuğu ile evde ilgilenmek olarak gören anneler yanlış bir algıya düşmektedir. Çünkü şayet çalışan anne, çocuğuna dengeli ve yeterli bir şekilde ilgi, sevgi ve bakımı gösteriyor ise çocuk sağlıklı bir duygusal ve sosyal gelişim göstermektedir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu annelerin çocukları bağımsız, sorumluluk sahibi, başarılı ve güvenli bireyler olarak yetişmektedir. Bu denge sağlanamadığı, anne hediyeyi bir rüşvet olarak gördüğü takdirde, çocuklar için bu durum bir alışkanlığa dönüşecek ve hediye konusunda sürekli bir beklenti içinde olacaklardır. Annenin gelmesini dört gözle beklemeye başlayacaktır ki bu ona karşı olan özlemden değil, sırf hediyeyi bir an önce almak için sabırsızlanmaktan ibarettir.
Hediyenin biçiminden çok, neden verildiği önem taşır: “Bugün bana çok güzel yardım ettin”, “Okulda arkadaşlarınla artık çok iyi anlaşıyorsun” gibi çocuğun başarılarını takdir edip küçük bir hediye vermek ya da “Aferin”, “Süpersin”, “Çok iyi iş başardın” gibi sözel olarak ödül vermek ya da sadece içten bir şekilde sarılıp öpmek de en doğrusu ve çocuğun en çok ihtiyacı olandır. Ancak annenin ya da babanın vicdan azabından kaynaklanarak, günü kurtarmak için sıklıkla aldığı hediyeler bir süre sonra çocuğu tatmin etmemeye başlar. Kısa bir süre için ona odaklanır sonra da kaldırıp bir köşeye atar. Çünkü her geçen gün yeni bir şeye sahip olan çocuk “yeni” kelimesinin anlamını da tüketmiştir. Bir süre sonra alınan şeyler beğendirilememeye de başlar. Kıyafet alınsa “ama ben o yeni çıkan oyuncaktan istiyordum!” diye ağlama nöbetleri başlar. Sonuç olarak bu çocuklar uzun vadede şımarık, hiçbir şeyden tatmin olmayan, mutsuz bireyler olarak yetişeceklerdir. Dolayısıyla aslında çocuklara yetinmemeyi öğreten aileleridir, bu şekilde her gün alınan sürprizlerle onlara sadece tüketmeyi öğretirler. “Ben yapamadım, o yapsın” “ Benim olmadı, onun olsun” diyerek her istediğine “evet” denilen “hayır”ı duymayan çocuklar için ileride zor günler yaşanacaktır. Ailenin “evet” diyemeyeceği bir gün gelebilir ya da toplumun sınırlar koyacağı günler geldiğinde çocuk bocalayacak, ne yapacağını bilemeyecektir. Daha sonra bu şekilde yetişmiş çocuklarda davranış bozukluklarını, iletişim güçlüklerini görmek kaçınılmaz olacaktır.
Çalışan annenin karşılaştığı bir diğer sorun ise aşırı sorumluluk yüklenmesi, hem zihinsel hem de fiziksel olarak yorgun olmasından kaynaklanarak, işten eve dönüşte çocuğuna yeterince zaman ayıramama kaygısıdır. Çalışan anneler iş yüklerini çevrelerindeki kişilerden özellikle babalardan destek alarak biraz hafifletebilirler. Hayatlarında öncelik verecekleri işleri sıraya koyup organize edebilirler. Önemli olan annenin çocuğu ile geçirdiği sürenin uzun olması değil, kaliteli olmasıdır. Öpmek, kucaklamak, sarılmak, çocukla duygularımızı paylaşmak, onun da duygularını ifade etmesine fırsat vermek, yardımcı olmaktır önemli olan. Hediyeler yerine sevgi ve ilgi vermek çocuğu tatmin eder. İşten eve dönüldüğünde hemen yemek yapılması gerekiyor ise, bu süre içerisinde mutfakta bir yandan çocuğunuzla sohbet edebilir bir yandan siz yemek yaparken ona da küçük görevler vererek zamanı bir arada değerlendirebilirsiniz. Bir gün yorgun olunup çocukla oynanmasa da ertesi gün bu mutlaka telafi edilmelidir. Hafta içi zor ise, hafta sonlarını dolu dolu, farklı, çocuğun sevdiği, birlikte eğlenilebilecek aktiviteler ile (dışarıda yemek, gezmek, sinemaya gitmek vs.) geçirilmelidir.
Çalışan Anneler;
Her şeyin mükemmel olması gerektiği inanışından vazgeçin.
“Bunlara da yetişmeliyim” “Şunları da yapmalıyım” vb. cümleleri, yani -meli –malı’ları hayatınızdan çıkarın. “İyi” ve “yeterli” bir anne olduğunuza inanın.
Çocuğunuzla aranızda sağlıklı, sevgi ve güvene dayalı bir ilişki kurulmuş ise, etkili bir iletişim kurabiliyor, karşılıklı olarak birbirinizi dinliyor ve duygularınızı açıkça ifade edebiliyorsanız. Siz mutluysanız, onun da mutlu olmaması ve iş yaşamınızdan olumsuz yönde etkilenmesi için hiçbir sebep yoktur.
Aslı Kızıltoprak Tuna, Uzman Klinik Psikolog - DBE Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi
DBE Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Bizi Arayın Terapistlerimiz
Benzer İçerikler :
Şimdiye kadar zekanın tanımı konusunda pek çok anlayış geliştirilmiştir. Eski anlayışa göre zeka, doğumla birlikte belirlenmiş olan, sabit ve kesinlikl...
Yeni yapılandırılan 4+4+4 eğitim sistemini ile ilgili olarak ailelerin kafasını karıştıran en önemli noktanın çocuklarının okula bir yıl erken başlaması...
Ebeveynler çocuklarını, gelişimlerine olumlu katkı sağladığını düşünerek özel okulda okutma istek ve arzusundadırlar. Kendini ifade edebilen, özgüven...
Özgüven, ebeveynlerin çocuklarında geliştirmek istedikleri yetilerin en başında yer almaktadır; çünkü hayat başarısında ve psikolojik sağlamlılıkta önem...
İlginizi Çekebilir :
Günümüz koşullarında çocuklar daha erken yaşta okula gitmekte, teknolojik araçlara daha kolay erişim sağlamaktadır. Hal böyle olunca çocukların tek başlarına ...
Sevginizi gösterin: Çocukların ebeveynleri tarafından istendiğini, kabul edildiğini ve sevildiğini bilmesi onlara kendilerini güvende hissettirir. Özellikle ...
Karne Neyi Ölçer? Sevgili anne ve babalar, karnesini sevinçle bekleyen öğrenciler olduğu gibi karne nedeniyle stres olan hatta depresif semptomlar ...
Tuvalet eğitimi okul öncesi dönemin bir parçasıdır. Ebeveynler çocuklarının tuvalet eğitimini bir takım sebeplerden dolayı hızlı bir şekilde kazanmasını ...